Tamı tamına 61 yıl önceydi. Tarsus’taki evimizin kapısını sabahın erken saatlerinde Atiye Hanım Teyze’nin oğlu, Nuran Teyze’min eşi, ziraat mühendisi Turgut Ağabey, çaldı. “Uyanın istediğiniz oldu” diye seslendi. Turgut Ağabey Demokrat Parti’ye yakındı, bizimkiler CHP’li. CHP’lilere göre bir kâbus bitmişti. Demokrat Partililer içinse acı günler başlamıştı. 'Düşükler' diye sokaklara dökülen CHP’liler, hesap sorulmasını istiyorlardı. Demokrat Parti iktidarının son yılları tatsız geçmişti. 10 yıl boyunca iktidarı elinde tutan Adnan Menderes ve arkadaşları, muhalefeti baskı altına alacak uygulamalara girişmişlerdi. Bütün devlet kurumları partizan şekilde yönetiliyordu. Muhalefet ise onları “Askerler gelebilir” diye tehdit ediyordu. Gençlik, darbe öncesi sokağa döküldü. Arkasından harp okulu öğrencileri yürüdü ve sonunda askeri müdahale geldi. Seçilmiş Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Maliye Bakanı idam edildi. Siyasi tarihimiz bir kez daha kana bulandı. 27 Mayıs bir örnek oldu. Onu diğer askeri darbe ve müdahaleler izledi. Türkiye darbeler sarmalının içine yuvarlandı.
Darbe bir bataklık ürünüdür Askeri darbelerin normal karşılandığı ülkelere baktığımızda, daha çok demokrasinin yerleşmediği, çok partili rejimlerin istikrar sağlayamadığı, ekonomisi geri ülkeleri görüyoruz. 15 Temmuz 2016’daki son darbe girişimi, yenilgiye uğrasa da darbe kavramını hayatımıza yeniden sokmuş oldu. 27 Mayıs’ı gerçekleştirenler, destekleyenler, hâlâ 'olumlu' bulanlar, onu 'gericiliğe karşı bir müdahale' olarak kabul ediyorlar. 27 Mayıs döneminde hazırlanan 1961 Anayasası’nın, 'özgürlükçü' olduğunu söylüyorlar. Anayasa'yı hazırlayan üniversite profesörleri, Anayasa’ya 'hürriyet' düşüncesini egemen kıldıklarında ısrarlılar. 27 Mayıs Anayasası’ndaki, yurttaş hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı, sendikalaşma hakkı vb. konularda demokrasiye doğru bir açılım sağlandı. Gelgelelim, 27 Mayıs Anayasası, Milli Güvenlik Kurulu gibi Meclis üstü yetkilere...