Başımız derde girdiğinde yardıma çağırdığımız ilk insan avukattır. Savunduğu yurttaşla zaman zaman aynı kaderi paylaşan da yine avukattır. Çok sayıda avukatın tutuklu olduğu bir ülkeyiz. Avukatlar da aslında sağlık çalışanları gibidir, zor zamanlarda kıymetleri anlaşılır. Askeri darbe dönemlerinde, baskının arttığı dönemlerde, avukatların savunma alanı daraltılır, müvekkilleriyle ilişkileri zorlaştırılır, dosyalara erişimleri imkansız hale getirilir.
“Yardım ve yataklık” gerekçesiyle hapishaneye gönderilen avukatların sayısı az değildir. Bizdeki sistemde, savcı kamuyu, avukat savunmayı oluşturur. Hakim ise adaleti temsil eder. Ancak bizim hukuk ya da idari sistemimiz, “kamu”dan devleti anlar. Halbuki kamu, toplumdur. Bu nedenle davalarda savcılar “devlet” adına yüksekte hakimle eşit pozisyonda oturur.
Yurttaş yerine devleti haklı-haksız demeden savunur, avukat da aşağıda yurttaşın yanındadır. Barolar; avukatların hakkını, hukukunu gözeten, mesleki gelişmelerini sağlayan, yarı-resmi, yarı-sivil sayılabilecek yapılardır. Baroya kayıtlı olmayan bir hukuk fakültesi mezunu, avukat olamaz, avukatlık yapamaz. Barolar, genelde muhalif özellikleriyle öne çıkarlar. Etkili kuruluşlardır.
Hukuk alanındaki her türlü gelişme onları ilgilendirir. Bir anlamda “siyasetin hukuk alanında denetimi” görevini üstlenirler. Bu yazıyı yazdığım sırada protesto yürüyüşündeki 80 ilin baro başkanı Ankara girişinde durdurulmuştu. Hoş olmayan görüntüler medyaya yansıyordu.
80 baro başkanının yürüyüşüne katılmayan Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu da yürüyüşçülerin kaygılarını paylaşıyordu. “Çoklu baroya karşıyım. Bir ilde birden fazla baro kurulmasına izin veren bir düzenlemeyi istemiyoruz” diyordu. İktidara yakın muhafazakar avukatların da çoklu baroya tepki gösterdikleri görülüyordu.
Partilere göre bölünmüş baro planı