Demokratlık, yalnızca çoğunluğun temsilcisinin ülkeyi yönetmesini savunmakla sınırlı bir konu değil. Demokrasi, “öteki”nin hakkını, hukukunu savunabilmekle doğru orantılıdır.
Öteki kim? Kürt olabilir, Ermeni olabilir, Hıristiyan olabilir, Alevi olabilir... Eşcinsel de olabilir. “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkabiliriz” diyenler, “LGBT”ye takılmış bir görüntü veriyorlar. Sözleşmede “LGBT var mı?” diye soruyorsun. “Yok ama ruhuna sinmiş” cevabını veriyor. Nasıl sinmiş diye soruyorsun, “Sözleşmeye bağlı olarak okullardaki kimi uygulamalarda ortaya çıktığını görüyoruz” diyor.
Örnek soruyoruz, o da sözleşmeye bağlı bir alt metinden şu cümleyi okuyor: “Öğrenci velileri arasında, din, dil, ırk, mezhep ve cinsel yönelim ayrımı yapılamaz.” Eleştirenlere göre bu madde, öğrenci velileri arasındaki eşcinsel velilere gönderme yapıyor. Bu da kötü örnek oluşturabilir diyorlar. Peki, öğrenci velileri yasalar önünde eşit değil mi? Muhalefet edenler, eşcinsel veliye dolaylı bir gönderme yapılmasını, sözleşmeyi itibarsızlaştırmak için kullanıyor.
‘Eşcinseller ölsün mü?’
Tabii İstanbul Sözleşmesi ile hesaplaşmaya kalkışanların temel derdinin eşcinsellik olmadığını en iyi kadınlar biliyor. Önceki gece Habertürk TV’de Kübra Par’ın moderatörlüğünü yaptığı programda Nagehan Alçı ile Kemal Öztürk arasındaki tartışmayı izledim. Kemal Öztürk sözleşmede yer alan “Toplumsal cinsiyet eşitliği” deyişine ısrarla itiraz etti.
Bu deyişin, sakıncalı olduğunu, toplumu cinsiyetsizleştirebileceğini savundu. Halbuki, Toplumsal Cinsiyet deyişi, Birleşmiş Milletler bağlantılı sözleşmelerin olmazsa olmaz kavramı. Öztürk, sözleşme ile eşcinsellerin sahiplenildiğini söyleyince, Nagehan Alçı “Ne demek istiyorsunuz, eşcinseller ölsün mü?” diye patladı.