Başta siyasiler olmak üzere kanaat önderlerinin kışkırttığı ve empoze ettiği kutuplaşmanın, toplumu gerdiği bir gerçek. Ben, Türk toplumunun kutuplaşmaya fazlaca prim verdiği kanısında değilim. Bununla birlikte, ‘Uç beyleri’nin hamleleri, onların çevrelerinde bir güç yığılması sağlıyor. Toplumda kamplaşma güçlüyse, taraflar bloklaştıysa, tarafsız olabilmek, tarafların dışında kalabilmek kolay değildir. Eskilerin deyimiyle söyleyecek olursak, böyle koşullarda ‘bitaraf’ olmak zorlaşıyor.
Ne o ne o Türkiye, bir yüzyıl boyunca asıl olarak “laik-otoriter” söylemin egemenliğinde yürüdü. Son 20 yıldır da muhafazakar kesimin iktidarını deniyoruz. Sonuç olarak her iki kutbun da haklı çıkmadığı bir noktaya geldik. Tekçi anlayışlar, “Benim dediğimi yapacaksınız” şeklindeki toplum mühendisliklerinin kurduğu inşaatlar çürük çıktı, yıkıldı. Her şeyi çözdüğünü, çözebileceğini iddia edenlerin, bir kesimin hegemonyasını ‘çare’ diye öne sürenlerin etrafına toplananlarda hayal kırıklığı var. Farklılıklar birbirinin önünü kesmeye yönelince, ilerleme mümkün olmuyor. Sağcı-solcu, laik-muhafazakar gibi kutupların sözcüleri, kışkırtıcıları, önderleri, yol gösterenleri (toplum zarar görürken) kazanç sağlayabiliyorlar. Kim karşı tarafa daha ağır saldırırsa, daha sert bir dil kullanırsa, o daha çok ‘skor’ yapıyor.Arada kalmanın zorlukları Bu tablo, giderek daha da içinden çıkılmaz bir hale bürünebilir. “Yapmayın, etmeyin” diyenlere bundan sonra daha sert darbeler gelebilir. Kendini kampların dışında konumlandıranlara uygulanan “ya bizdensin, ya düşmanımızsın” muamelesi şiddetlenebilir. Böyle zamanlarda çapsızlar, kabiliyetsizler, kariyeristler, ahlak ve etik derdi olmayanlar, etkilerini artırırlar. Kişiliği zayıf olanlar bu kampanyalarda, bu ortamlarda mankurtlaşabilir. Bir dönemeçteyiz. Tarafların santrforları, öne atılmaya hazırlanıyor. Karambol ve gerilimden, bölünme ve nefretten prim sağlanıyor. Çatışmanın esiri olmayalım, çatış...