İktidar tarafı, CHP’nin “yumuşak karnı” olarak gördüğü Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunu gündemde sıcak tutmaya gayret ediyor. Hatırlayalım: Abdullah Gül, geçen Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu imkanı kullanmamıştı. Adaylığı için CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in 2 Eylül’deki “söz konusu değil” değerlendirmesi, gerçekçi görünüyor.
Konu Gül’ün adaylığının ötesinde bir anlam taşıyor. Abdullah Gül, AK Parti hareketinin kurucu liderlerinden. Şimdi siyaseten muhalefetle aynı çizgide açıklamalar yapıyor. Parlamenter rejime dönüş, insan hakları ihlalleri, basın ve ifade özgürlüğü, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi bir dizi meselede muhalefet için asgari müşterek sayılabilecek konularda Gül’ün tavrı net.
Geçmişte AK Parti’de sorumluluk almış, devlet yönetiminde bulunmuş kişilerin muhalefet içindeki konumları bundan sonra nasıl şekillenecek? Bu, Abdullah Gül’ün adaylığından daha derin bir mesele.
Kılıçdaroğlu, şunun farkında: Eğer bir iktidar hedefi içindeyseniz ve bunun için “yüzde 50 artı 1” oy gerekiyorsa, yapmanız gereken bellidir: Bütün muhalif güçlerin asgari müşterek içinde birlikte hareket etmesini sağlamak… Anlaşabildiğiniz konular eğer ortak bir siyaset geliştirmeye yetiyorsa, bir iktidar hedefi için yeterli ilkesel temel mevcutsa, buna göre hareket edersiniz. Veya bu temeli oluşturursunuz. Yani bir “ittifak çalışması” çerçevesinde ortak zeminler gelişebilir.
CHP içindeki ulusalcı denilebilecek bir kanat, “ittifak” meselesine farklı bakıyor. Böyle bir ittifakı doğru bulmuyorlar. Muhafazakarlarla laiklerin, sağ partilerle - özellikle AK Parti geleneğinden gelenlerle - sosyal demokratların uzlaşmasını, istemiyorlar, yararlı görmüyorlar. “Gül olacağına Erdoğan olsun” diyorlar. Muharrem İnce, Kılıçdaroğlu’na “sağcılarla birlik arıyor” şeklinde eleştiri yöneltirken CHP içindeki bu eğilimin bir anlamda sözcülüğünü yapıyor.