Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışırken, gazeteye sık gelen bir profesörle hep tartışırdık. Kürt meselesi nedeniyle, başörtülülere konulan yasaklarla, laikliğin tanımı ve uygulanmasıyla ilgili aramızda ciddi görüş farkları vardı. Hoca, samimi ve inanmış bir Kemalistti. Tartışmanın bir yeri gelir, “Ah bu halk gerçeği bir türlü kavramıyor…” der, seçmen kitlesine güvensizliğini dile getirirdi. Ben de kendisine, solcuların halka güvenmeden siyaset yapamayacaklarını anlatırdım. “Ne, halka güvenmek mi!” der, yüzüme şaşkın şaşkın bakardı. Fransız İhtilali’nden miras Sovyet Devrimi’yle pekişmiş bir ideolojik tutum bu. Leninist parti modelinin kurucuları da Fransız İhtilali’nin Jakobenleri de halka güvenmez. Onlara göre, devrimin yukarıdan aşağıya bir öncü tarafından zor yoluyla gerçekleştirilmesi gerekir. Bu devrimi yapan öncü, küçük bir azınlıktır. Sınırlı savaşçılardan oluşan dar ve sıkı örgütlenmiş bir 'çelik çekirdek'tir. Kısaca tek partili sistemin teorisidir bu. Türkiye, 1946 yılından bu yana çok partili sistemi yerleştirmeye çalışıyor. Bu 75 yıl içinde, askeri darbeler, post modern darbeler, müdahaleler yaşadık. Çok partili sistem bütün bu kırılmaları aşabildi ve ağır aksak da olsa ilerlemesini sürdürdü. Bugüne gelirsek. 'Başkanlık Sistemi' gündemde. 16 Nisan 2017 referandumuyla yeni bir sisteme geçtik. TV ekranlarında günlerce, denge ve denetim mekanizmaları kurulmazsa, sistemin düzgün işlemeyeceğini anlatmaya çalıştık. Türkiye’yi bu kadar denetimsiz bir şekilde yönetmenin mümkün olmadığını, büyük sorunlar çıkacağını ifade ettik. Bu sisteme geçilirken, denge ve denetim mekanizmaları çok önemliydi. “A tabii denge ve denetim mekanizmaları kurulacak” dediler. 2021 itibarıyla sistem dört yaşına bastı. Bu sistemin ne getirip ne götürdüğünü değerlendirecek olan, seçmen kitlesidir. Ekonomi, siyaset, özgürlük, din ve vicdan özgürlüğü, insan hakları gibi başlıklarda bugünün iktidarına tayin edici notu verecek olan, seçmendir. Muhalefetin görevlerinden biri de seçmene aksaklıkları...