Seçim sonucunu nasıl tahmin ettiğimi soranlara şakayla karışık "Ne zaman ki Hasan Cemal oyunu açıkladı ve Muharrem İnce'ye destek verdi, o zaman ben de seçimi Erdoğan'ın kazanacağını anladım" diyorum. Esprinin altında bu sefer gerçek payı var.
Liberal aydınlar ne derse tersinin çıkması, bütün tahminlerinde yanılmaları küresel bir entelektüel çöküşün sonucu. İlk büyük yenilgi Francis Fukuyama'nın 1989 yılında yazdığı meşhur "Tarihin sonu" kulelere uçakların dalmasıyla yerle bir olmasıydı. Soğuk Savaş'ın bitimiyle birlikte yeni ortaya çıkan ülkelerin mutlaka liberal demokrasiyi sahipleneceğini iddia ediyordu, oysa 2001 yılında tarihin sonu gelmek yerine bilakis yeniden başladı ve dünya bütün iyimser tahminlerin aksi yönünde ilerledi.
DEMOKRASİ ARTIK İKİNCİ PLANDA
Ekonomik kriz, Ortadoğu’daki kaos, mülteci sorunu gibi faktörlerle birlikte küresel köy hayali bir köşeye bırakıldı, ülkeler duvarlarını daha da yükseltmeye başladı. Bu iklim dünyanın değişik köşelerinde otokrat liderlerin doğmasına ve güç kazanmasına neden oldu. Rusya’da Putin, Macaristan’da Orban, Filipinler’de Duterte demokratik yollardan iktidara gelerek gücü kendilerinde topladılar. Büyük liberal ideal Avrupa Birliği projesi batan ülkeler ve “Brexit”le hayatta kalma mücadelesi veriyor, muhafazakar siyasetçi olarak iktidara gelen Almanya’da Merkel kendi muadili liderlerin yanında solcu kalıyor.
Demokrasi dünyanın genelinde düşüşte ve ülkelerin yaşadığı iç ve dış tehditler otokrasinin yıldızını parlatıyor. Önceki gün New York Times’da yayımlanan çok önemli bir analiz uzun yıllarda Yahudi ve demokrat kimliğiyle bir arada varolma mücadelesi veren İsrail’in demokrasiyi ikinci plana ittiğini ortaya koyuyor. Demokrasinin gerilemesinin genellikle liderlerin hatası olarak yorumlandığını ama bunun her zaman doğru olmayabileceğinin de altı çiziliyor: Kendi kimliklerinin tehdit altında olduğunu düşünen milletler seçim yapmaya zorlandıklarında demokrasiyi seçmeyebiliyor.
Liberal demokrasinin yenilgisini kabul edenlerden biri de George Soros. Macaristan’da doğup ABD’de zengin olan ve servetini dünyanın gelişmekte olan ülkelerinde demokrasinin gelişmesi için hayır işlerine harcayan Soros’un hayalleri birer birer yıkılmaya başladı. Dünyanın en meşhur (ve hakkında en fazla spekülasyon yapılan) zenginlerinden biri olan Soros başta “İnsanların buradan başka yere göç etmek istemeyeceği bir ülke olsun” dediği vatanı Macaristan’da “istenmeyen adam” ilan edildi.
SOROS YENİLDİĞİNİ KABUL EDİYOR
New York Times Magazine'deki söyleşide “Kazansam da kaybetsem de ilkelerimin arkasında duruyorum,” diyor. “Maalesef çok fazla yerde çok fazla kaybediyorum bu aralar.”
Soros’un hayali bir açık toplum kurmak, baskı rejimlerine alternatif olarak dünyaya liberal demokrasinin nimetlerini öğretmekti. Fukuyama’nın iyimserliğinin aksine Soros demokratik geleneği olmayan ülkelerin ancak yetiştirilerek otokrasiyi önleyebileceklerini düşünüyordu. İşte bu uğurda kurduğu Açık Toplum vakıfları yüz milyonlarca dolar harcadı.
Bunlar boşa giden paralar mıydı?
Adının etrafında komplo teorileri dolaşan Soros’un dünyayı ele geçirmek isteyen karanlık bir güç olduğuna inanmıyorum. Aksine İkinci Dünya Savaşı yıllarında baskı rejiminden kaçmak zorunda olan bir Yahudi olarak niyetinin iyi olduğunu düşünüyorum. Servetini daha fazla gösterişe değil, demokrasinin gelişmesine harcamasının bir evveli ya da benzeri olmadığı için spekülasyonlara maruz kalıyor.
Macaristan da dahil olmak üzere dünyanın pek çok yerinde
Soros’un ilkelerini sahiplenmek değil, Soros’u düşman görmek
kazandıran formül. “Soros çocukları” bizde de kendilerinin aşırı
sağcı olduklarının farkında olmayan milliyetçi solcuların en
sevdiği slogandır. Sonuçta kuşkucular kazandı, Soros ve idealleri
kaybetti ama.
Türkiye’de Hasan Cemal’lerin medyadan tasfiye edilmesi, Osman
Kavala’nın kendisine atfedilen hayali komplo teorilerine
dayanarak kabul edilemeyecek şekilde hala
tutuklu kalması da liberal demokrasi ideallerinin çöküşünden
bağımsız değerlendirilemez.
DEMOKRASİ ELİTLERİN DERDİ
Artık Fukuyama da Berlin Duvarı çöküşü sonrası demokrasi ideallerinin “elitlerin kaygıları” olduğunun ortaya çıktığını söylüyor. Birinci dünya ülkelerinde liberal demokrasinin zaferi olarak adlandırılabilecek evlilik eşitliği, göçmenlerin entegrasyonu gibi konular geniş halk kitlelerini ilgilendirmiyor. Bizde de basında İntizar’a destek çıkanlarla eşcinselliği savunuyorsunuz diyen okurlar arasındaki uçurum kaygı verici.
Tıpkı Suriyelilere yönelik sağlı sollu nefret dalgası gibi.
Aydınların beklentilerinin aksine seçmenler basın özgürlüğü, kuvvetler ayrımı için sandığa gitmiyor. Her zaman için eve ekmek götürme derdi elit kaygıların önüne geçiyor ve üst üste yığılan sorunların kuvvetli adamlar (hemen her zaman erkek) tarafından çözüleceğine inanılıyor. En azından şimdilik trend bu yönde.
Tersine döner, açık toplum idealleri yeniden ivme kazanır mı? Bu biraz da bu idealleri savunanların yaptıkları hatalardan ders almalarına, duvar yıkıldığından beri neyin yanlış yaptıklarını anlamalarına bağlı.
***