Hayal meyal hatırlasam da en başarılı gazete reklam kampanyası, toplumdaki değişim rüzgarlarını yansıtan, 1989’daki Güneş Gazetesi'ne ait olmalı. Kadınların sezaryenle doğum yapmayı tercih etmeleri, birçok erkeğin küpe takması gibi dönemin sosyal gelişmelerini reklamlarda vurgulayan gazete kendisini bu yeniliklerin merkezinde konumlandırmıştı.
Okuduğu İngiliz gazeteleri standartlarında bir ürün çıkarmaya çalışan Metin Münir’in yayın çizgisi döneminin fazla ilerisinde miydi? Doğrusu, Güneş’te trans muhabir bile çalışıyordu.
30 sene sonra değişimin tam merkezinde yer alan ve toplumsal rüzgarları yansıtan böyle bir gazeteye ihtiyaç var mı? Türkiye kendisi dışında hiçbir gündemle ilgilenmiyor olabilir, ama dünyada esen ilerici rüzgarların bir gün gelip kapıya dayanacağı kaçınılmaz. Sosyal haklar, cinsel kimlikler, aile yapısı, hatta kimyasalların kullanımı bile yeniden tartışmaya açılıyor, yeniden tanımlanıyor. Batı’daki siyasi çatışma “Yeteri kadar ilerledik” ve “Daha da fazla ilerleyelim” arasında artık.
BİR KÖŞE YAZARININ ETKİSİ
Toplumsal rüzgarların basındaki etkisi için New York Times’ın pazar dergisinde yıllardır okuduğum“The Ethicist” köşesini bir süredir kaleme alan isim simgesel bir örnek olabilir. Okurların etik sorunlarına çözüm öneren bu köşe uzun yıllar beyaz bir erkek tarafından, beyaz erkek ayrıcalığını yansıtıyordu. Niyet bu olmasa da bilinçaltında topluma sadece beyaz bir erkeğin etik öğretebileceği düşünülmüştü adeta.
Bir süredir bu köşeyi Gana kökenli bir profesör yazıyor. Kwame Anthony Appiah’ın “etikçi”konumuna atanması, üstelik bu köşeyi yeniden ilginç bir hale getirmesi eski ezberlerin, eski iktidarların yerle bir olduğunu gösteriyor. Küçük ama önemli bir değişim bu. Dominant ırkın artık her konuda söz söylemeyi otomatik olarak kendinde hak görmemesinin örneği bir kere.
Kwame Anthony Appiah
Bu gibi hassasiyetlerin Türk basını için zamansız ve ezoterik algılanabileceğinin farkındayım, “Daha gazete basmaya kağıt bulamıyoruz” itirazlarının gelmesi de kaçınılmaz. Oysa basının durumu biraz da tavuk-yumurta sorunsalını andırıyor. Acaba medya toplumdaki ilerici dalgalara öncülük yapmadığı için mi geri kalıyor, yoksa tam tersi mi?
CUMHURİYET’İN ELİNDE BİR FIRSAT VAR
Yeni bir değişimin eşiğindeki Cumhuriyet toplumsal dinamiklerin ve değişim talebinin öncüsü olacak mı?
Gazeteyi değiştirmeye çalışan ve birkaç yıldır yönetime hakim eski ekip bu fırsatı 90’lı yıllardaki Yeni Yüzyıl ve Radikal’i taklit ederek harcadı; işin ironik tarafı Yeni Yüzyıl’ın bizzat kendisinin “light Cumhuriyet” olarak taklit olarak çıkmasıydı. Cumhuriyet’in hafta sonu ekleri de banal Cihangir solculuğunu, Radikal İki’de defalarca denenmiş formülleri aşamadı.
Yerlerine gelen yeni ekibin birkaç günlük çizgilerine bakarak gazetenin demode bir liberal anlayıştan köhnemiş bir sağ Kemalizm’e savrulacağını kestirmek mümkün. Oysa sürekli yanılan ama iki ayrı ucu temsil eden Ahmet İnsel’le Mustafa Balbay arasında bir üçüncü yol, daha ilerici bir seçenek mümkün.
Dünyadaki siyasi rüzgarlar özellikle sol siyaset için daha ilerici, daha radikal politikaları dikte ediyor. Bu sol gazeteler için de geçerli. Çoğalan genç nüfusun hayattan beklenti ve taleplerini mevcut siyasi partiler ve medya karşılayamıyor ama.
90’lı yıllarda Türkiye’de bir “yeni” modası vardı, adının önüne “yeni” eklenen ne varsa ilgi çekiyordu. Ancak özellikle Yeni Demokrasi Hareketi’nin sandıkta uğradığı bozgunla karikatürist Necdet Şen’in haklı nedenlerle alaya aldığı içi doldurulmamış bu “değişim rüzgarı” hayali son buldu. Oysa şimdi “yeni” bir siyaset ve dil üretmek için ortam her zamankinden daha uygun. Altyapısı sağlam bir değişimin karşılığı var artık. Dünyanın yaşadığı global bir değişim süreci bu aslında. Merkezin gardiyanları Hillary Clinton’ın da Kemal Kılıçdaroğlu’nun anlamadığı bu. Ama çözüm ve alternatif bütün demodeliğiyle Muharrem İnce de değil.
Cumhuriyet bir dönemin Güneş Gazetesi gibi zamanın ruhunu okuyamazsa gazeteyi okuyan son kuşağın bu dünyadan ayrılmasıyla birlikte ömrünü tamamlar. Tıpkı yeniden tanımlanan “yeni”nin ne olduğunu anlamayan CHP gibi.