Seçim öncesinde kafamı en çok kurcalayan sorulardan biri Meral Akşener'in kampanyasında seçtiği yöndü. Birkaç kere dile getirdim; medyada sınırlı da olsa göründüğünde adeta bir solcu lider gibi propaganda yapıyordu. Yıllarca Susurluk'çu olarak bildiğimiz, solcular tarafından "Faşist teyze" gibi yakıştırmalar yapılan biri nasıl son derece liberal bir söylem tutturabilmişti?
Türkiye'nin sağ bir ülke olduğu, sağ partilerin siyasette ağırlığı ortadayken Meral Akşener sosyal demokrat bir adaymış gibi davranarak oy toplayabileceğini düşünüyor olamazdı. Üstelik, kurduğu partinin yok olan merkez sağı diriltmesi, milliyetçi oyları toplaması beklenirken.
Oysa tam aksini yaptı Akşener. İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemi "Zaten çok kısa süre" diye önemsiz hale getirdi, beyaz Toros'larla arasına mesafe koydu, Selahattin Demirtaş'ın özgürlüğünü savundu.
İlkesel olarak tarihin doğru yerinde durdu belki, ama bu taktiğin oy getirmediği sandık sonuçlarında da ortaya çıktı. Türkiye bu kadar bölünmüşken, milliyetçi dalgalar yükselirken ve bu çağda gerçekliğin hiçbir önemi yokken “HDP’yi kapatacağım, Demirtaş asla dışarı çıkmayacak, Apo’yu ben getirdim ve şimdi de idam edeceğim, bütün Suriyelileri kovacağım” gibi ultra-faşist söylemlerle o damarı yakalasa ne olurdu?
Bu basit matematik ortadayken… Marine Le Pen olacakken Macron olmaya oynadı ve kaybetti.
Ya da biz öyle sanıyoruz.
TEK BİR MİSYONU VARDI
Siyasette kimi figürlerin varlık nedeni her zaman başarı kazanmak değildir. Kimi zaman, gerçek başarı kasten başarısız olmaktır. O yüzden Meral Akşener’in seçim gecesi aniden ortadan kaybolması, sonraki günlerde da görünmemesi, sonra aniden İYİ Parti’yi kongreye davet edip aday olmayacağını açıklamasına sıradan bir seçim kaybeden siyasetçi senaryosu olarak bakamıyorum. Yavaş yavaş neden kaybettirmesi garanti bir strateji uyguladığını ise anlıyorum.