Bugünlerde İstanbul'a gelen bir yabancı neredeyse her binanın duvarını kaplayan Terim billboard'larını görünce buraları bir üçüncü dünya diktatörlüğü, o billboard'ları da imparatorun posterleri zannedebilir. Ve yanılmaz. Burası Fatih Terim'in ülkesi, biz de içinde yaşıyoruz. Daha izlemeden Netflix'teki "Terim" belgeselinin dört saatlik bir "hagiography" olduğundan emindim. Türkiye'de belgesel yapılmaz, belgesel konusu olan kişi kendisine tapınılmasını ister. Fatih Terim de farklı değil. Ama bol bol övgünün yanında çok başarılı bir propaganda mesajı çıktı karşıma. O kadar ki, bir oturuşta izleyince Terim'i sempatik, babacan, cana yakın, en önemlisi de mütevazı buldum. Terim'in bunların hiçbiri olmadığını bilmeme rağmen acaba yıllar içinde ona haksızlık mı yaptım diye bile düşündüm hatta. Başarılı propagandayla başarısız propagandayı ayıran izleyiciyi ikna edebilme gücüdür. Herman ve Chomsky'e göre medya gücü insanları farkında olmadan akıllarından bile geçmeyen bir konuya razı etmek için kullanılabilir. "Terim" de kamuoyunu olası bir Galatasaray başkanlığına hazırlamak için çekilmiş bir reklam filmi, bir belgesel değil. Belgesel olsa, tarihi belgelerdi. Oysa "Terim" tarihi yeniden...