Enes Kara'nın intiharından etkilenmedim. Türk karasularında ölen Suriyeli mülteci bebek görüntüsünden de etkilenmedim. Yıllar içinde binlerce böyle benzer habere rastlayınca, böyle bir sürü trajedi karesiyle yüzleştikçe duygusal tepki verme yetimi kaybettim. Film sahneleriymiş gibi geliyor artık bana bu anlar, kapanış jeneriği geçtiğinde bitecekmiş, biz de unutacakmışız gibi. İtfaiyecilerde, doktorlarda, acil servis çalışanlarında, Birlemiş Milletler yardım gönüllülerinde ve gazetecilik gibi meslekleri seçenlerde görülen bir durum bu, "merhamet yorgunluğu" diye adı var. Bir keresinde Stockholm'e gittiğimde şehirde herkesin dilinde bir cafe'nin dış cephesine kepenk monte etmesi vardı. İki kere taşlanmış, bu yüzden işletme sahipleri istemeseler de görüntüyü bozacak kepengi koymak zorunda kalmışlar. Bir sene sonra gittiğimde hala aynı mevzu konuşuluyordu ve gündemin durağan, insanların kafalarındaki en büyük sorunun estetik bir seçim olduğu bir ülkede yaşamanın nasıl bir lüks olduğunu düşünmüştüm. O sıralar İstanbul'da hemen her akşam gittiğim cafe'ye metal detektörden geçerek giriliyordu, çünkü birkaç sene önce bomba atılmış ve insanlar orada hayatını kaybetmişti. 1960'lı yıllarda...