UÇSUZ bucaksız zamanı günlere, aylara, sonra da senelere bölerek kendi kendimize hayali sınırlar yaratıyoruz. Bir sonraki pazartesi rejime başlamak, önümüzdeki ay evden taşınmak, bir sonraki sene ise hayatımızda o ana kadar yapamadığımız ne varsa yapmak için umutlanıyoruz. Yılbaşlarında uzun listeler hazırlayıp yılın içinde konulan hedefleri unutuyoruz.
Her yılbaşı, bir sonraki senenin bir öncekinden daha iyi olması gerektiğine dair umut besliyoruz. Her yıl sonu güneşin dünyanın etrafında ağır ağır dönmesinin bitiminde kendi kendimize değerlendirme yapıyoruz. Kazandıklarımız ve kaybettiklerimizle kendi kendimize icat ettiğimiz zaman dilimini yargılıyoruz.
Oysa zaman ve uzay hiç durmuyor, her gün dünya yeniden kuruluyor. Yarının bugünden farkı ise takvime kendi kendimize yüklediğimiz anlamlar.
Eskiden yılbaşlarını tıpkı doğum günleri gibi çok önemser, olmadık yere heyecanlanırdım. Giderek doğum günleri anlamını yitirmeye başladı, telefonlara çıkmaz ve ortada görünmez olmak istemeye başladım.
Zoraki yılbaşı kutlamalarının hayat ve ruhun devamlılığını yok ettiğine inanan Gramsci gibi düşünmeye başladım çoktandır. Gramsci, her sabahın yeni bir başlangıcı, her gün kendisiyle yüzleşip, her gün kendisini yenilemek için fırsat olmasını istediğini yazıyor. Dinlenmek, durmak için başkaları tarafından seçilmiş sabit bir gün yerine hayatta vereceği araları kendisinin belirlemek istediğini söylüyor. Bu yüzden de yılbaşlarından nefret ediyor.
Hatırladığım son harika yılbaşı, çok kötü bir senenin sonunda Porto