Evet bazen bugünkü kurulan Amerikancı-Batı çıkarlarına uygun dünya düzenini anlamak için bellek tazelemek gerekiyor. Bu fırsatı, Oxford Üniversitesi’nin yayımladığı ve bir süredir İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları’nca çevrilen ve temel konuları “çok kısa bir başlangıç” olarak sunan kitaplardan “Soğuk Savaş” ile yakaladım. (*)
Ana hatlarıyla bildiğim konu olmakla birlikte, bir tarih profesörünün daha geniş kaynaklara dayanarak öz olarak hazırladığı, şüphesiz Batıcı dil vurguları ağırlıklı ama nesnel olayları çarpıtmadığı kısa araştırma, bugünü daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor.
Çok uzun bir dönemi değerlendiriyor cep kitap: 1945-1990 arası. Bugünkü dünya düzeninin kuruluşu, Soğuk Savaş ve sonra yumuşama dönemi bu kadar kısa anlatılabilirdi.
BİR SAVAŞ AĞI
Amerika “gerçek güvenliğini”, aslında tüm dünyayı neredeyse kapsayan ve temel mevziler olarak ilan ettiği ülke bölge ve üslerde kuracağı kara, hava ve denizi kapsayan bütünleşik bir savaş ağı ile sağlayacaktı.
Burada güvenlik diyorlar ama bu dünya çapındaki savaş ağı idi; işgal, zapt, güç aktarma, hükümetler devirme, yandaşları iktidara getirme, CIA’nın iplerinin salınarak gizli saklı cinayet, komplo, kışkırtma operasyonlarıyla siyasi amaçlarına ulaşma amaçlı bir sürekli savaş ve baskıya dayanacaktı. Mesela Türkiye’de askeri darbe yapmak da Amerika’nın güvenliği perdesi altındaydı.
“Amerikan askeri gücü yeni dünya düzeninin temel öğesi” idi. Truman ve Roosevelt yönetimleri “deniz ve hava kuvvetlerinin rakipsiz kalması, Pasifik’te güçlü bir askeri mevcudiyet, Batı yarı kürede egemenlik; mağlup rakipler İtalya, Almanya, Avusturya ve Japonya’nın işgalinde merkezi bir rol ve atom bombasında tekel” politikalarında ısrarcı oldular.
EKONOMİK ÇIKARLARIN BEKÇİSİ
Bu askeri güç egemenliği ABD’nin dünya çapındaki ekonomik çıkarlarının da bekçisi olacaktı. Milliyetçi tüm bariyerler yıkılacak ve tüm dünya tek bir serbest piyasanın egemenliğine girecekti. Dünya Bankası, IMF ve Bretton Woods anlaşmaları bunun için yapıldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında bile gayrisafi milli hasılasını iki katına çıkartmıştı ABD ve bütün bu kararlardan ABD yararlanacaktı: “..Bu çok taraflı ticari rejimden dünyanın lider konumundaki kapitalist devleti ve savaş sonunda dünyada mal ve hizmetlerin şaşırtıcı biçimde yüzde 50’sini üreten ABD’nin yararlanacağı kesindi.”
ABD’nin çıkarları ile idealleri bu noktada iç içe geçmişti. İlginç bir şekilde Amerikalılar kültürel anlamda da seçkin olanlar ve olmayanlar ayrımı yapıyor ve tabii ki dünyayı yönetme hakkının kendilerinde olduğunu ileri sürüyordu. Ülkelere refahı kendileri getirebilirdi... Tarihi ele geçirdiklerine göre tarihe boyun eğdireceklerdi... Tek sorun baş düşman Sovyetler Birliği idi.
EN BÜYÜK DÜŞMAN
ABD, dünya zenginliklerine, kaynaklarına erişmesini engelleyecek ve bu kadar uygun savaş koşullarında patlayan Amerikan hizmet ve mal satışını önleyecek her şeyi düşman olarak görüyordu. Solun dünya çapında yükselişi, en büyük düşmandı ve her yerde ezilmeliydi.