Recep Tayyip Erdoğan AKP ile siyasete soyunduğundan beri en önem verdiği bir konu medyayı kontrol altında tutmaktı. Bunu biliyoruz ama dün dinlediğim bir öykü bu isteğinin ne kadar eskiye gittiğini gösteriyor: Belediye Başkanı iken sık ziyaret ettiği, ellerini sıkıp hatırını sorduğu bir grup işçiye şunu söylemiş: İktidara geleceğiz, bunun için basını kontrol altına almalıyız. Bunu başarırsak, ülkeyi yönetecek konuma geliriz...
RTE 2003’ten beri, önce tatlı, sonra tatlı-sert ve nihayetinde de en güçlü olduğu zamanda, 2008’den itibaren de bu kez medyaya saldırarak (2008: Aydın Doğan’ı batırma operasyonu) kontrol mekanizmasını büyük ölçüde kurmasıyla bu amacına ulaştı. RTE 10 yıldır en büyük savaşını bu alanda verdi bile diyebiliriz.
Havuz medyası olayları ve en son Aydın Doğan’ı teslim alarak ülkenin en büyük ve etkili medyasının Demirören’e satılmasını sağlamasıyla, medya savaşını noktaladı.
Burada bir tartışma başlatılabilir: Peki medya üzerinde egemenlik kurarak, sürekli toplumu kendi iktidarı için yönlendirmek veya maniple etmek mümkün müdür?
Bu cümlede “sürekli” sözü arıza çıkartabilir. Bir ülke artık medya ile yönlendirilemeyecek olaylara sahne olana kadar medya kontrolü amaca hizmet eder. Yaşadığımız büyük olaylar (FETÖ alçaklığı gibi) RTE’yi güçlendirici etki yaptı, PKK ve hendek savaşı dahil.
Konumuza dönelim: Doğan Medya operasyonunun seçimlerden önce bitirilmesi rastlantı değil. Olay martın sonunda gerçekleşti.. 18 Nisan’da erken seçim kararı açıklandı. Nisan, mayıs ve haziran: Üç ay boyunca Doğan Medya iktidarın dolaylı kontrolü altındaydı.