Bir TV programında tartışmacı AKP’li milletvekili sakin sakin
Ortadoğu’da Türkiye’nin özellikle petrolden pay alması gerektiğini
ve bunun tarihsel bir hakları olduğunu vurguluyor ve AKP’nin bugüne
kadar ki Ortadoğu politikasına “ışık” tutuyordu (*).
Şüphesiz, Davutoğlu da aynı görüşteydi,
Erdoğan’ın Şam’da Emevi Camisi’nde namaz kılma
niyetleri de...
Köprülerin altından suların çok hızlı aktığını ve siyasal
gerçeklerin bu görüşlere 180 derece çark ettirdiğini önceki
yazılarımda belirtmiştim. Bugün konuya başka açıdan bakacak ve okur
katkılarına yer vereceğim:
Düne kadar iktidarın bu politikaları “biz Ortadoğu’nun
süper gücüyüz” manşet ve yorumlarıyla bu “alt
emperyalist güç” tavırlarına destek ve
gaz veriliyordu. Birden görüldü ki biz o kadar da güçlü değilmişiz!
İlhakçı ve dayatmacı bir “küçük emperyalist güç” bile olmamız
mümkün değilmiş. Oyunun kurallarını bölgeyi tasarlayan baş
emperyalist güç koyarmış. Ki, o bile doğrudan Ortadoğu petrollerine
el koymak gibi bir niyeti olmadı, sadece parçaladığı ülkelere kendi
petrol şirketlerinin yerleşmesini sağladı, silah sanayiine yeni
işler çıkardı ve siyasi çıkarlar peşinden koştu. Çıkarımız
ne emreder?
Türkiye’ye dönelim, kabul edelim ki ülkemiz “Büyük”. Her ne kadar
izlenen siyaset büyüklüğümüze hiç uygun değil ise de!
“Büyük Devlet” tavrı, bölgeye ve komşularımıza yönelik, ilhakçı
politikalar izlemeyi mi gerektirir? Yani güç bende, o zaman alırım.
İyi ki o kadar gücümüz yoktu, yoksa savaştan helak olmuş ve çok şey
kaybetmiştik
Türkiye’nin bölgeye yönelik ihtiyacı nedir, çıkarımız ne
emreder?