Bu kadar basittir olay. Gezi’dir konu. Ve “Nasıl olur da birkaç ağaç kesilmesi, ve Gezi Parkı’nda yapacağımız bir Osmanlı yapısına baldırı çıplak birkaç kişinin başlattığı protesto bir yangın gibi yayılır ve Türkiye çapında bana bir isyana dönüşür”...
Bütün mesele, kabul edilemez olan budur. Bunun intikamı gerek. İlk mahkemede ne bir delil ne bir suç vardır ve normal mahkeme beraat verir. Nasıl olabilir bu? Derhal iktidarın adamlarından yeni bir heyet kurulur ülke çapındaki isyanın tüm ceremesini Can Atalay, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Hakan Altınay, Tayfun Kahraman ve Mücella Yapıcı’nın çekmesi sağlanır. Tabii bu isyana bir de finansör gereklidir. Patron Osman Kavala!...
O hiç serbest kalamaz. Dört yılı aşkın haksız hukuksuz özgürlüğü sanki ebedi olarak hapishane demirlerine kelepçelenmiş... Mücella Hanım nasıl oldu da o parmaklıklardan dışarı sızdı, sorusunu kendisine sormuştur ama bir fire kabul edilebilirdir. Bunu mahkemenin nasıl bağımsız ve özgür olduğunun delili olarak da kullanılabilir.
Gelelim Can Atalay’a!
Gezi’nin ağır suçlularından biri olan Atalay’ı demir parmaklıklardan kurtarmak için “şahsi mesele”ye bir kumpas kurulur: Milletvekili gösterilir, seçilir. Bu kurnazlığı Saray yer mi? “Şahsi melese” delinmek istenmektedir.
Meclis çoğunluğu nasılsa onlardadır. “Emir komuta” zinciri seçilmiş milletvekiline sahip çıkma iradesini göstermesi zaten beklenemez. Kişi hukuku yoktur, seçenin hukuku vardır. Anayasa Mahkemesi kılı kırk yarar ve daha önceki kararlarına uygun milletvekilinin hak gaspına uğradığını saptar. Sonuç Atalay’ın milletvekili hakkının iadesi ve serbest bırakılması kararıdır. Kararın hemen Resmi Gazete’de yayımlanıp Atalay’ın serbest bırakılması gerekirken...
“Şahsi mesele” birden Anayasa Mahkemesi’nce delinmekle karşı karşıya kalmıştır.
Tabii ki “şahsi mesele”nin delinmesini önleyici barikatlar daha önce kurulmuştur.