Öğleden sonraya uzanan uzun bir cumartesi kahvaltısı ve
sohbetinde, her şeye değine söylene, güle oynaya geçen bir
sohbette, Cumhurbaşkanı ve politikalarına değinmeden geçilmiyor.
Politika yok diye başlıyorsunuz, hayatı yoğurup dururken vardığınız
durak politika oluyor.
Politika olunca, bu kez masa üzerine Teke
Şenliği kitabı kondu. Nobelli
yazar Mario Vargas Llosa’nın Dominik
diktatörünü anlatan romanı. Okumadım, ama ilk fırsatta... Tüm
diktatörlerin sonları aynı bitiyor, öykünün merak edilecek bir sonu
yok. Başlangıç ve gelişme öykülerinde de benzerlikler
çok.
Belirli bir süre ayakta kalmalarının ortak süreçlerini merak ettim.
Tabii en önemlisi, diktatörlerin ilk cicim yılları ve halkla ciddi
ilişkileri ve bağlılıkları zayıflama sürecine girmesiyle, polis ve
devletin istihbarat ve güvenlik güçlerinden büyük bir güç
oluşturmaları...
Daha da önemlisi, diktatörlerin çevresinde oluşan geniş
bir “siyasi çember”. Diktatörün her dediğini yerine getirecek,
politikalarını uygulayacak, şüphesiz birtakım siyasi insanlara
ihtiyacı var.
Diktatörler çevresinde rol verdiklerine karşı da amansız. Sözüm
hâşâ meclisten dışarı, Dominik diktatörü kendisine biattan bir
milim kayanın da hayatını kaydırıyormuş. Fazla anlatmadılar, çünkü
kitabı henüz okumayan ve öykünün anlatılmasını istemeyen arkadaşlar
vardı.
Padişah ve sadrazam
Bir dostum ilginç bir benzetme yaptı padişahlar ve sadrazamları
hakkında. Sadrazamlar, padişahın mührünü taşıyan, padişah adına
hareket eden insanlar.
Ama sık sık azledilen ve kelleyi kaptıranlar da.
Padişah, yalan söyleyen, kendine danışmadan bağımsız iş yapan,
savaşta başarısız olan, başarısızlığı da başarı gibi göstermeye
çalışanların kellesini vuruyor, en azından kapıyı
gösteriyor.