O sabahın öncesi akşam: Yılmaz arıyor; Orhan
enerjim sıfırlanıyor, yataktan kalkamıyorum, lavaboya bile kalkınca
tansiyonum 22’ye fırlıyor... Çizme, yazma enerjim kalmadı...
Benim için alarm noktasıydı bu açıklama, ama ses net, akıl berrak,
hiçbir sorun yok bedenin enerjisinden başka. Sana bir hastane
yatağı alalım yarın, diyorum, motorludur, yarı oturur durumda büyük
tabletin üzerinden çizimlerini, tasarımlarını hatta yazılarını
sürdürürsün.
Hayatla ilişkisini tasarım, üretim, yazma ile sürdüren, bunları
yapamayınca zaten yaşamasının anlamının kalmadığını bilen birisi
var karşımda. Ona bu koşulu yaratabilecek her şey önemli. Soruyorum
bilenlere, bu tür hastalar için motorlu ev tipi yataklar var,
ertesi gün bunlardan bir tane kiralayacağız.
‘Enerjim bitiyor’
Uzaktan, tv’sinin açık olduğunu duyuyorum, ne oldu CHP’de imzalar
diye soruyor. Çok da ilgilenmediği bir konu. Daha bir sürü şey..
böbrek taşı meselemi soruyor. O taş alçağı üzerine yazacağım
diyorum. 15 gün kadar önce ciğerinde biriken sıvının alındığı
hastanede yanındaydım. Sonuçta yeni bir enerji kazanacağını
düşünüyordu. Ada’ya bize getirtmiştik, 3 gün bizde kaldı ve
elindeki fotoğraf makinesi ile detay fotoğraflar çekti, bir
sanatçının gözü neleri görüyordu. Sonragitti Ören’e, tasarım atölye
çalışmasına katıldı. Hasta bir insan normalde bu durumda yerinde
kımıldamazken..
Derken sabah Güler, “Yılmaz’ı kaybettik” haberini
verdi. Evet son konuşmayı yaptıktan 5 saat sonra.. bu kadar hızlı
beklemiyordum. Bu beyin bedenini bir süre daha yönetir, yönetsin,
en azından kapsamlı sergisinin hazırlandığı kasıma kadar
diyordum.
Üretme isteği yüksek, bellek pır...