Türkiye’nin insan hakları alanı ve insan hakları mücadelesinde kurumsal çalışmaların yürütüldüğü bir merkez haline gelmesi bir hayal gibi geliyor insana ama bu imkansız da hayal de değil...
Bilimsel, sanatsal bir merkez. Her üniversitede bu alanla ilgili bölümlerin açıldığı, yüzleşme edebiyatının, sinemasının bir çeşit platosu, vatanı haline gelmiş bir Türkiye...
Garip ve oldukça da zamansız bulabilirsiniz ama bu benim hayalim...
Çok mu zor dersiniz? Evet zor tabii, ne kadar zor olduğunu inkar edecek değilim...
Türkiye gariplikler ülkesi, tuhaf zamanların, bir türlü sonu gelmiyor bu ülkede.
Bir yandan AB’yle müzakere, bir yandan işgal edilmiş ilçeler, şehirler, mahalleler... O işgal edilmiş alanlardan kaçıp kurtulmak için elinde beyaz bayrak, kendini sokaklara vurmuş sivil insanlar...
Kolay mı böyle bir ülkenin, insan hakları alanında kurumsal kimliğiyle tanınması?
Elbette kolay değil ama imkansız da değil.
Göreceksiniz olacak bir gün.
Türkiye’nin önünde iki yol, iki seçenek var.
- Ya ülkemizde ve Ortadoğu’da devam eden çatışmaların ve bu çatışmaların meydana getirdiği katliamlar dahil (Suriye) doğurduğu ihlalleri görmezlikten geleceğiz,
- Ya da meclis çatısı altında olsun, başka kurum ve alanlarda olsun, son zamanlarda siyasi gündemi belirleyen ihlaller ve suçlar karşısında, araştırmacı, hesap soran, kamuoyu kanaatinin doğru oluşması yönünde etkin bir insan hakları mücadelesi içinde olacağız.
İkinci yol zor bir yoldur ama zamanın ruhuna uygun düşen yol da bu yoldur.
Zamanın ruhuna uygun derken kastettiğim şey önümüzdeki yıllarda, bizi en çok meşgul edecek konuların belirlediği zaman sürecidir.