Orhan Miroğlu Star Gazetesi

Erdoğan’dan Sonra ‘One Minute’ Diyen İkinci Türk: Aziz Sancar

Aziz Sancar’ı bir defa daha kutlayarak söze başlayayım. Nobel ödülü almış bir insan, ödülden sonra nasıl davranır, ülkesine karşı sorumluluğunu, vefasını nasıl hatırlar, ona mikrofon...

20 Aralık 2015 | 1.896 okunma

Aziz Sancar’ı bir defa daha kutlayarak söze başlayayım. Nobel ödülü almış bir insan, ödülden sonra nasıl davranır, ülkesine karşı sorumluluğunu, vefasını nasıl hatırlar, ona mikrofon tutulduğunda mütevaziliği elden bırakmadan, aklından geçenleri merak eden herkesle nasıl paylaşır, Aziz Hocamız bütün bunları da, güven verici bir açıklık ve samimiyetle gösterebildiği için ayrıca ve misliyle kutlanmayı hak ediyor.

Aziz Sancar, Nobel almış bir bilim insanı olarak cumhuriyet değerlerine bağlılığın sembol ismi gibi anılacak. Aziz Hoca, Nobel ödül haberinin duyulduğu saatten başlayarak, kendi ülkesinin siyasi tarihiyle, kişisel hayat hikayesi arasında bağ kurabilmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu gösterdiği için de ayrıca kutlanmayı hak ediyor.

Aziz Hoca özetle, benim bilim alanındaki başarım, yoktan varolmuş, bir imparatorluğun mirası üzerine inşa edilmiş bir cumhuriyetin ve bir ülkenin başarısıdır dedi.

Ödülünü getirip bu başarı öyküsünün baş mimarı Mustafa Kemal’i bugün temsil eden orduya/silah arkadaşlarına teslim etti. Bu davranışın da sembolik önemi oldukça büyük ve sanırım Nobel’in tarihinde bir ilk.

Ne mutlu bu ülkeye ki, Nobel almış bir yurttaşının utanacağı bir yerde durmuyor.

***

Bir düşünelim isterseniz, Suriyeli Adonis bu ödülü alsaydı, ödülünü götürüp son bir iki yıl içinde 400 bin Suriyeliyi katletmiş Suriye ordusuna teslim edebilir ve Esad’ın sofrasına oturabilir miydi?

Türkiye’nin mütareke aydın hareketinin ‘özveri’ ve ‘kararlılık’ içinde, kendi ülkelerinin itibarını sarsmak için geceyi gündüze katıp, çalışmalar yürüttükleri, Merkel’i bile kendi ülkelerini ziyaret etmemesi için üşenmeyip imza kampanyaları düzenledikleri bir dönemde, Mardin Savurlu Aziz Sancar’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve sonrasında da Başbakan Davutoğlu’nun sofrasına oturması, davete icabet etmesi Türkiye için önemli bir kazanımdır.

Geçen yüzyılın başlarında ve eş zamanlı tarih içinde kurulan birkaç cumhuriyet var. İçlerinde yola devam edemeyenler, demokrasiyi inşa edemeyip diktatörlüklere dönüşenler, Irak ve Suriye örneğinde olduğu gibi parçalananlar ve İran örneğinde olduğu gibi dünyaya karşı kapanıp, bir  mezhebi siyasal bir araç olarak kullananlar ve Türkiye gibi cumhuriyetin değerlerini demokrasiyle buluşturmak hedefiyle AB üyeliği için müzakere yürüten var.

İran, Mısır, Irak ve Suriye... Bu ülkelerde kurulan cumhuriyetler bugün ya kapalı kutu, ya çatırdıyor veya dağılmanın eşiğine gelmiş bulunuyor.

Arap dünyasında cemahiriyyelerin sonu kötü bitti. Parçalanmış ülkeler, ortak aidiyet duygusunu, ortak kimliği kaybetmiş devletler ve bir zamanlar çok kültürlü kimliğiyle övünen insanlar..

Bütün bu kötü sonlanmış kuruluş hikayelerine rağmen, yola selametle devam eden bir cumhuriyet var ama: Türkiye Cumhuriyeti Devleti. 

Ona çok şey borçluyuz. O, bizim ortak kimliğimiz, bizi bir arada tutan ortak aidiyetlerin yüz yıl boyunca, acısı ve sevinciyle, geliştiği, inşa edildiği bir alan.

Bir bilim insanının, aldığı Nobel’i getirip teslim ettiği bir hafıza alanı.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yazmaya kısa bir mola veriyorum 17 Nisan 2016 | 1.580 Okunma 'On yıl barışı beklemek, bir gün savaşmaktan iyidir' 14 Nisan 2016 | 986 Okunma Diyarbakır-Erbil Hattı 13 Nisan 2016 | 1.485 Okunma Bir din adamının gözüyle, Cizre ve bölgede durum-3 12 Nisan 2016 | 2.185 Okunma Bir din adamının gözüyle Cizre’de ve bölgede durum-2 11 Nisan 2016 | 3.898 Okunma