Onu tanıyanların gözüyle, Canip Ağabey’i, Canip Yıldırım’ı geçen hafta kaybettik. Hayatının son 25 yılını geçirdiği Ankara-Kızılay’a inip de Canip Ağabey ile karşılaşmamanız mümkün değildi. Kızılay esnafı, çayhaneler, restoranlar ama en çok da Kızılay’ın emektar kitapçılarının iyi dostu ve müşterisiydi Canip Abi..
Kitaplara müthiş meraklıydı. Yeni yayınlanmış bir kitabı ilk ondan duyardınız. Sahaflarda bulduğu yaşlı bir kitabı paylaşır, merak edip okumak istemişseniz, size kibarca uzatır ‘sen al oku ben sonra okurum’ derdi.
İyi bir dostluğumuz vardı Canip Ağabey ile. Bana o kadar çok şey anlatırdı ki, bir gün dayanamadım ve bu anlattıkların seninle beraber mezara gitmesin, istersen bir hatıralar kitabı yapabiliriz dedim. Memnuniyetle kabul etti ve işe koyulduk. Kızılay’da yaklaşık iki ay boyunca değişik mekanlarda buluştuk. O hararetli hararetli anlattıkça, ben onun anlattığı her şeyi yeniden yaşadığını hissediyor ve bir kitabın bu koca hayatı anlatmaya yetmeyeceğini düşünüyordum.
Gabriel Garcia Marquez’in hatıralar için sarf ettiği güzel bir cümle var, Canip Ağabey’i dinlerken hep o cümle geçerdi aklınızdan:
‘İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır..’
Marguez sanki bu sözü düşünmüş düşünmüş ve Canip Yıldırım için söylemiş gibi gelirdi bana.
***
İnsan vardır, çok şey yaşamıştır ama anlatmak için nasıl hatırladığını bilemezsiniz.
Canip ağabey bu insanlardan değildi.
Yaşadığını anlatmak için özel bir üslup geliştirmiş gibiydi... Öyle içten, öyle samimi... Hatıralarına ortak eden, hatıralarını anlatırken, sizi bir çeşit tanıklığa davet eden bir tarz ve üslup ki, çok az insanda vardır. Ben bir tek Yaşar Kemal ve Canip ağabeylerimde gördüm böylesini.