İlk ve ortaokul dönemlerinde okul tatile girdiğinde Ankara’dan İstanbul’a babaannemin ve halalarımın oturduğu Cihangir’deki konağa ve daha sonraki yıllarda taşınılan Şişli’deki aile aparmanına yaz tatili için gelirdim.
1950’lerin o yaz aylarında İstanbul kendine göre sakinliği olan bir kentti. Cihangir’deyken öğleden sonraları gölgelenen caddede Afif Bey’in eczanesinin önünde arkadaşlarla top oynardık. Bu oyunu ara sıra geçen bir otomobil ya da Cihangir-Çarşamba otobüsünün geçişi sırasında keser sonra devam ederdik.
1955’te Şişli Sıraceviz’lere taşındıktan sonra da yine babaannemin adını taşıyan Refia Apartmanı'nın önünde cadde üzerine koyduğumuz iki taşı kale yaparak yine top oynardık. O oyunu da satış için gelip bizim aile apartımanımızın karşısına parkeden Migros kamyonu gelince keser, o gidince tekrar devam ederdik. O dönemde Sıracevizler caddesinden ancak yarım saatte bir otomobil geçerdi.
O dönemde bayramın ilk günü mezarlıklar ve büyüklerin ziyaretleriyle geçerdi. Sonra iadei ziyaretler olurdu. Bayram ziyaretlerinin kendine has bir ritüeli vardı. Şimdi bayram kutlamalarının çoğu ya telefonla ya gönderilen SMS’lerle yapılıyor. Kısa bayram tatilinde şehir dışına gezilere ağırlık veriliyor...
Dün bayramın üçüncü günü Erenköy’de evden çıkıp işe gelirken, İstanbul 1950’lerin sakinliğinde olmasa da yine sakin bir görünüm içerisindeydi. Ana yola çıkana kadar otomobillerin çoğu yol kenarında park halindeydi. Tek tük hareket halinde olanları vardı. Ancak ana yola çıktığımızda Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne yaklaşırken araç sayısı biraz arttı. Buna rağmen her sabah evden işyerine 1.5 saatte katetdiğimiz yolu yaklaşık yarım saatte tamamladık.
Oysa, televizyonda sabah haberlerde İstanbul’un Eminönü ve Eyüp gibi semtlerinde tatilini İstanbul’da geçirmeye gelen bir kalabalık söz konusuydu. Onlarla röportajlar yapılıyordu. Eminönü’nde balık ekmek yiyenlerin ve Piyer Loti’de Haliç'i seyrederek çay içenlerin keyifleri dile getiriliyordu.