Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin 1991-98 yıllarında yaşanan iç savaşlar sebebiyle ortadan kalkmasıyla aynı topraklarda 7 devlet kuruldu.
Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Karadağ, Kosova ve Bosna Hersek gibi bağımsız devletlerle yakinen tanışmamızın üzerinden böylelikle tam 26 yıl geçmiş bulunuyor.
Balkanlar dendiğinde Osmanlı’nın bu coğrafyadaki fetihleri, Balkan savaşları ve Türkiye’nin bir çok şehirlerine göçmek zorunda kalan muhacirler aklımıza gelirdi.
Bosna Savaşı sürecinde ve daha sonrasında Türkiye devleti ve halkının insani, siyasi yardım çabaları, Balkanlar’ı uzun yıllardır siyasi ve sosyal gündemimizin önemli bir parçası kılmıştır.
Balkanlar’da tarihin bize bıraktığı maddi ve manevi mirasın korunması ve kollanması imkânlar nispetinde sürdürülmektedir.
Balkanlar’daki soydaş ve dindaş topluluklarımızın bizden beklentileri özellikle resmi ve sivil toplum kurumlarımızca birçok program ve projeler çerçevesinde karşılanmaya çalışılıyor, fakat bu beklentilerin imkânlarımızla, potansiyelimizle kıyaslandığında doğrusu çok da verimli olduğu söylenemez.
Bu yüzden Balkanlar politikamızın avantajları ve risklerini birlikte çok iyi analiz etmemiz gerekiyor.
20 yıl önce bölgede sadece büyükelçilikler tarafından varlığını ve faaliyetini sürdüren Türkiye, bugün yaklaşık iki milyon civarında nüfusa sahip ülkelerde TİKA, Yunus Emre, Anadolu Ajansı, YTB, Ziraat Bankası, Kızılay ve STK’larımızla faaliyet göstermektedir.
Balkanlar’da orta ve uzun vadeli hedeflerimizi, proje ve programlarımızı bir ajanda çerçevesinde düşünmemiz gerekiyor.