Suriye’de 2011 yılında başlayan savaş, Arap devrimlerinin bir uzantısıydı. Savaşın ilk aylarında İran açıkça Suriye rejimini her ne pahasına olursa olsun koruyup kollayacağını ve maddi, manevi her türlü desteği vereceğini resmi olarak tüm dünyaya ilan etti.
Oysaki İran, Arap devrimleri sürecinin başında Mısır’da Mübarek’in yıkılışı sırasında Tahrir’deki milyonlarca kalabalığa karşı bunun İran İslam devriminin ruhunu yansıttığını ilan etmişti.
Arap devrimleri dalgasının Suriye’ye vurmaya başlamasıyla İran, tarafını mazlumlardan yana değil jeopolitik, ulusal çıkarlarından yana kullanmayı seçti.
Suriye direnişinin İran ve Rusya tarafından 12 ay içerisinde rahatlıkla bastırılacağı tahmin edilirken direniş Suriye’nin hemen hemen tüm bölgelerine yayılmaya başladı. Bu durum, ABD ve Batı koalisyonunun da Suriye direnişiyle yakından ilgilenmesine neden oldu.
Ayrıca Türkiye, Katar ve Suud’un, direnişe bölgesel, tarihsel ve güvenlik boyutları açısından ilgisiz kalmaları düşünülemezdi.
Suriye direniş gruplarının, 2012 yılında çok ciddi saha kazanımları bölgede İsrail, Suud ve ABD’yi tedirgin etmeye başladı.
2012 yılının sonunda ABD’nin Libya konsolosunun öldürülmesiyle birlikte Obama’nın, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ı görevden alması yeni bir sürecin habercisiydi.
Obama’nın; “Suriye’de Beşşar sonrasında kimlerin geleceği belli değil, siyasal İslamcıların güçlenmesine karşı lojistik desteğin verilmesine karşıyız” şeklindeki sözleri savaşın önemli bir kırılma noktasıydı.