Egemenlik bir ülkede en yüksek buyurma gücüdür. Demokratik bir ülkede egemenlik millete aittir. Ülke demokratik değilse, anayasasında “egemenlik millete aittir” dese de bir anlamı yok. Olmadığı için de Darbeler yapılabiliyor, başbakanlar veya cumhurbaşkanları idam edilebiliyor.
Egemenliğin üç görünümü vardır. Bunlardan biri kanun yapma
kuvvetidir. Buna yasama diyoruz. Diğeri yargılama kuvvetidir.
Üçüncüsü de icra kuvvetidir. Yani ülkede politikaları belirleme,
güvenliği sağlama, ekonomiyi iyileştirme, kısacası yönetme
kuvvetidir.
İşte bu üç kuvvetin birbiriyle olan ilişkisi ülkenin kaderini
belirler.
Fransız insan ve yurttaş hakları bildirisinin 16. Maddesi kuvvetler
ayrılığının belirlenmediği bir toplumda anayasadan söz
edilemeyeceğini belirtir. Fransız düşünür Montesquieu kanunların
ruhu eserinde kuvvetler ayrılığı ilkesini savunur.
Ona göre yasama yetkisiyle icra yetkisi tek elde toplanırsa
hürriyet diye bir şey kalmaz.
Hürriyetin olması için de, hükümetin, bir vatandaşın başka bir
vatandaştan korkmasını önleyecek durumda olması gerekir.
Montesquieu en uygun hükümet modelinin yürütme gücünün tek kişide
olduğu bir model olabileceğini söyler. Aksi takdirde çok başlılık
olduğu için, ülkenin iyi yönetilmeyeceğini savunur.
Kuvvetler ayrılığı herhangi bir teorik sistem tercihi olmaktan çok,
insanlık tarihinde kontrolsüz iktidar pratiğine karşı ulaşılan bir
demokratik standarda işaret eder. Yasama, yürütme ve yargı
kuvvetlerinin birbirlerini dengelediği sistem, bireylerin sisteme
hâkimiyetlerini mümkün kılan, onların hak ve özgürlüklerini güvence
altına alan bir sistemdir.