Muhtemelen 1908 Meclisi’nden ve özel koşulları dikkate alınmak şartıyla 1920 Meclisi’nden bu yana Türkiye’nin en çoğulcu ve temsil kabiliyeti en yüksek Meclis’iyle karşı karşıyayız. Eğer Meclis ulusal iradenin tecelli ettiği en yüksek ve asli mekân ise, ki bunun böyle olduğunu kimse inkâr edemez, Türkiye’de demokratik bir seçim sonucunda ulusal irade mümkün olan en yüksek oranda tecelli etmiş durumda. Temsil edilmeyen bir unsur neredeyse yok gibi.
Dolayısıyla “kurucu” bir Meclis’ten söz edebiliriz
artık.
Temsiliyetin sağlanması konusunda ulusal irade tecelli etmiş
durumda. Ancak ulusal iradenin yönetebilmesi için gerekli alt yapı
ne durumda? Başka bir ifadeyle, millet demokratik yöntemlerle kendi
Meclis’ini oluşturmuş. Ancak bu Meclis ile ülkenin demokratik
biçimde, yani ulusal iradeye uygun bir şekilde, idare edilmesinin
kurumsal alt yapısı var mı?
Türkiye’de beş yıl öncesine kadar demokratik yollarla iktidar
olunamıyordu. Zira Meclis temsil mekânı olmakla birlikte iktidar
mekânı değildi. Ülkenin temel politikalarında Meclis değil,
(askeri-sivil/üniformalı-cübbeli) karargâhlar söz sahibiydi.
Devletin idari yapısı Meclis iradesi yerine, karargâh iradesine
tabi bir şekilde çalışıyordu. Yani ne iktidarı demokratik
yöntemlerle üstlenebilmek ne de demokratik yöntemlerle yönetebilmek
mümkündü.
2010 anayasa değişiklikleriyle birlikte demokratik yöntemlerle
iktidarı üstlenmenin yolu açıldı. Ancak demokratik olarak
yöntemlerle yönetebilmek çok mümkün değildi. Zira demokratik
yöntemlerle yönetebilmek için buna imkân veren bir anayasanın
olması gerekir.