Türkiye tarihinin en ilginç seçimiydi denebilir.
Askeri vesayetin veya bürokratik vesayetin esamisinin pek
okunmadığı bir seçim oldu.
Türkiye siyasetinde siyasi partiler muhtemelen ilk defa Türkiye’nin
temel sorunlarına dair pozisyon almak durumunda kaldılar.
İlk defa Türkiye’de gerçek anlamda bir iktidar mücadelesi
oldu.
Toplumsal, kültürel, ekonomik ve küresel sorunlar artık bürokratik
kurumların mahfuz alanından çıkıp siyasi partilerin
konuşabilecekleri ve müdahil olabilecekleri alanlar haline
geldi.
Diğer yandan iktidar olmakla muktedir olma arasındaki fark ortadan
kalktı. İktidar olacak parti, gerçekten de devletin tüm kurumlarını
parlamenter demokratik sistemin gereği olarak denetleyebilecek ve
kontrol edebilecek duruma geldi. Bu demokrasi adına sevindirici bir
durum.
Türkiye, 1950-60 arasındaki istisna dışında hiç böyle bir durum ile
karşılaşmadığı için, bazı kesimler bu sonuçtan ürküyor. Milletin
asli iradesinin tecelli ettiği Meclis’in, varlık nedeni millete
hizmet olan kurumları denetleyebiliyor olmasını, büyük bir tehlike
olarak görebiliyor. Bir bakıma demokrasi korkusu yaşıyor.
Diğer yandan korkunun tamamıyla yersiz olduğu da
söylenemez.
Zira Meclis’in devleti kontrol edebilmesi demokrasinin bir gereği
olsa da, bunun yönteminin de aynı şekilde demokratik olması
gerekir. Bu da demokratik denge ve denetim mekanizmaları sayesinde
olur.
Mevcut anayasal düzen bu eksiği nedeniyle toplumun bazı kesimlerini
kaygılandırıyor. İşin doğrusu tüm kesimleri kaygılandırmalı
da.
İktidar olan sadece muktedir olmuyor, hükümet etme biçimi de
sınırsız ve denetimsiz olabiliyor.
İktidar pastasının büyüklüğü de yaşanan seçimin sertliğini
açıklıyor.