Erkek ve kadın yaşlanmasının muhakkak ki pek çok ortak yanı var. Mesela kadın-erkek fark etmiyor, yaşlanan herkesin cildi kırışıp buruşmaya, saçları dökülüp kırlaşmaya başlıyor. İkisinin de kemikleri koflaşıyor, boyları kısalıyor. Ve yine ikisinde de görme ve duyma yetenekleri azalmaya başlıyor. Farklılık ise “davranış kalıplarında” yani “duygusal yaşlanma”da oluyor. Mesela mı? Buyurun...
Yaşlanan erkeklerde “ihtiyarlık alametleri” olarak huysuzluk, sinirlilik, küsmeler, yorgunluklar daha erken, daha sık ve yoğun olarak gözleniyor.
Erkek yaşlılığında yalnızlık ve çaresizlik durumunun da daha yoğun olduğu kesin.
Yaşlanan erkeğin “kendine bakma” konusunda da ciddi sorunlar yaşadığından hiç şüpheniz olmasın. Zaten biraz da böyle olduğu için karısını kaybeden erkeklerin ömürleri, kocasını kaybeden kadınların ömürlerine kıyasla daha “kısa” oluyor.
Duygusal bakımdan da farklılıklar gözleniyor. Bunda erkeklerin çoğalamamaları ve sosyal network kurma başarısızlıkları ile yüzeysel ilişkileri sevmeleri en etkili faktör.
Kadınlar hem kalıcı dostluk/arkadaşlık ilişkileri geliştirme hem de karşı karşıya kaldıkları sorunlara daha güçlü direnme, göğüs germe yeteneğine sahipler. Para, pul, iktidar, mevki veya güç konusunda erkeklerden daha fazla hoşgörülüler.
Özeti şu: Kadınlar hem erkeklerden daha iyi yaşlanıyor, hem de yaşlanmanın olumsuz sonuçlarından daha az etkileniyor.
Probiyotik desteklerden faydalanmayı bilmiyoruz
Probiyotik fakiri haline geldiğimiz kesin. Bunu gidermek için de “probiyotik desteklerine” sarıldık.