Önce şunu bilelim: Tıpkı omega-3 eksikliği, D vitamini
noksanlığı, B12 fakirliği sorunu gibi hepimiz ciddi bir probiyotik
eksikliği problemi yaşıyoruz.
Nedeni de son derece basit: Geleneksel beslenme modelini terk
ettik. Çöp gıdalardan, toksik besinlerden, probiyotikleri bırakın
prebiyotiklerden (porbiyotikleri besleyen gıdalardan) bile fakir
bir beslenme sistemine geçtik.
Plastik, sentetik, deyimimi hoş görün “dandik” gıdalar yiyip
içiyoruz. Üstelik çoğumuz bu yanlışın farkında bile değiliz.
Farkında olmadığımız için de her ateşimiz yükseldiğinde antibiyotik
yutmaya, her reflü atağımızda mide hapı içmeye, her gastrit
yangınını antiasitlerle söndürmeye, her şişkinlik, kabızlık, gaz ya
da ishal sorununu hapla, çöple halletmeye çalışıyoruz.
Daha da mühimi çoğumuzun yaşadığı “bağışıklık eksikliği”
probleminin bile arkasında bu “probiyotik fakirliği meselesi”nin
bulunduğunun da farkında değiliz. Biraz daha ileri gidelim.
Eğer bağırsaklarınızda yeteri kadar probiyotik bakteri yoksa
iltihabi bağırsak hastalıklarına yakalanma ihtimaliniz artıyor,
alerjik reaksiyonlarınız sıklaşıyor, kanınızdaki şeker, kolesterol
ayarı bile bozulabiliyor.
Probiyotik gücümüzü nasıl artırabiliriz?
Peki nasıl halledilecek bu
probiyotik eksikliği sorunu diyorsanız çözüm basit. Eski beslenme
modelimize yeniden geri döneceğiz. Şekeri, unu, trans yağları
unutup doğal besinlere yöneleceğiz. Daha çok sebze (özellikle de
bamya, pırasa, yer elması, kereviz, soğan, sarımsak), ölçülü meyve
(özellikle elma ve yarı olgun muz), tam tahıl, bakliyat
tüketeceğiz.
Probiyotik zengini besinlere (yoğurtlar, peynirler, kefir, boza,
turşular, şalgam, tarhana...) ağırlık vereceğiz.
Özeti şu: Eğer “nereden çıktı bu reflü, gastrit, sinirsel kolit,
iltihabi bağırsak hastalığı, ishal, kabızlık, gaz, şişkinlik?”
diyorsanız, “bağışıklığım neden bu ölçüde yerlerde sürünüyor?”
sorusuna yanıt arıyorsanız o yanıtın cevabının probiyotik
noksanlığı ile ilişkili olabileceği aklınızda
olsun.
Telomerinizle oynamayın