Suşi Japonlar'ın pek sevdiği popüler bir yiyecek. 80'li
yıllardan sonra dünyanın her yerine yayıldı. Son dönemde bizde de
bir kesimin severek tükettiği besinlerden biri haline geldi. Peki
bu "bize yabancı" besin yeterince sağlıklı mı? İsterseniz bu soruya
yanıt vermeden önce onu biraz tanıyalım...
Suşiler genelde su yosununa sarılmış, pişirilmiş sirke tadında
pirinç, pişmiş veya çiğ balık ve sebzelerden yapılıyor.
Ve yine genelde suşi tabakları “soya sosu, baharatlı yeşil wasabi
adında bir püre ve zencefil turşusuyla” servis ediliyor. Sağlık
detaylarına gelince...
Suşinin ana maddesini oluşturan balık kaliteli bir besindir. İyi
bir protein, iyot ve bir sürü vitamin ve mineralin de
kaynağıdır.
Doğal D vitamini içeren nadir besinlerden de biridir. Bitmedi,
suşide kullanılan balıklar da genelde omega-3’ten zengin
balıklardır.
Wasabiye gelince: Wasabi Japonya’ya özel bir bitkiden hazırlanıyor.
Acı olduğu için de genelde çok küçük miktarlarda tüketiliyor.
Glikozinolatlar ve izotiyosiyanatlardan zengin bir besin. Bu
yapılar nedeniyle de mikroplardan koruyucu, iltihap önleyici,
kanserle savaşabilen özelliklere sahip olduğu düşünülüyor.
Zencefil turşusunun ise diğer turşulardan farklı bir özelliği
yok.
Zencefil zaten midevi (mide dostu, hazmı destekleyici) bir besin.
İyi bir potasyum ve magnezyum kaynağı. Onun da güçlü bir mikrop ve
kanser savaşçısı olduğu kabul ediliyor.
Ayrıca mideyi koruyup kolladığı, belleği güçlendirdiği, kolesterol
dengesini düzenlediği iddiasında olanlar da var.
Peki, tüm bunlar suşiyi sağlıklı bir gıda yapar mı? Buyurun...
Suşideki riskler neler
Suşinin ana içeriğinin beyaz pirinç olması bence mühim bir
dezavantaj.
Diğer taraftan suşi pirinci çoğu zaman şekerle birlikte
hazırlanıyor. Bu da fazla tüketildiklerinde suşi tabaklarının kanda
şeker ve insülin patlamalarına yol açabileceği anlamına geliyor. Bu
bilgi önemli. Zira suşi kilo verme dostu bir yiyecek olarak kabul
ediliyor.
Ayrıca çoğu suşinin yüksek yağlı soslarla servis edilmesi de kilo
konusundaki olumlu imajına gölge düşürüyor.
Suşinin genel olarak çok tuzlu bir yiyecek olduğunun da altını
çizmekte fayda var. Aşırı tuzlu yiyeceklerin mide kanseri riskini
artırabileceği ve sodyuma hassas kişilerde tansiyon dengesini
bozabileceği unutulmamalı. Suşinin bir başka handikabı da şu:
Bakteri ve parazitlerle kirlenebilmesi riski yüksek. Çiğ balıkla
hazırlanan suşiler sizi bakteri ve parazitlerle karşı karşıya
bırakabilir.
Hatta bazen çok ciddi mikroplar ve parazitler nedeniyle
zehirlenmeler bile yaşanabilir. Diğer taraftan suşinin hangi
balıktan yapıldığı da önemli bir ayrıntı.
Maalesef çoğu balıkta denizlerin kirlenmesinden dolayı cıva ve
diğer ağır metaller bulunabiliyor. Suşilerin özellikle cıva ile
kirlenmiş balıklardan yapılıp yapılmadığını bilmek de lazım.
Kısacası konu biraz karmaşık. Detaylar oldukça fazla. Suşilerin
faydalı ve olumlu tarafları da var, riskli yanları da. Seçimi siz
yapın.
Bana gelince... Ben ciddi bir suşisever ya da suşi tutkunu değilim.
Eşim Mihriban Hanım’ın zaman zaman canı çeker. O yerse ben de
birkaç parça suşi ile yetinirim...
Prebiyotik zenginiyiz
Bağırsaklarımızdaki dost bakterilerin (probiyotiklerin) sağlıklı
kalabilmeleri ve çoğalabilmeleri, daha da önemlisi bizi savunma
görevlerini yerine getirebilmeleri için bazı “özel” besinlere
ihtiyacı var.
O besinleri önce biz yiyeceğiz, bağırsaklarımıza ulaşınca da
probiyotik bakterilerin besin kaynakları olacaklar.
Kısacası güçlü bir probiyotik yapılanma için düzenli ve etkili bir
prebiyotik besin desteği şart.
Ne iyi ki biz bu konuda da dünyanın en şanslı ülkelerinden biriyiz.
Mutfak kültürümüz bilinen en güçlü prebiyotik besinlerle tıka basa
doldurulmuş durumda.
Yerelması, soğan/sarımsak, taze fasulye, ıspanak, pırasa, bamya,
enginar, kereviz, lahana, domates, kuru fasulye, mercimek, nohut,
havuç, şalgam ve kepekli bulgur bizim sık tükettiğimiz besinler.
Bunların hepsi de bilinen en değerli prebiyotikler.
Tavsiyem şu: Daha güçlü bir bağışıklık sistemi, daha az alerji
problemi, daha dengeli bir şeker, kolesterol seviyesi ve daha az
kanser riski istiyorsanız yukarıdaki besinlerden daha sık ve bol
faydalanın.
Gıda intoleransı ne demek
Gıda alerjisi ile gıda intoleransı farklı şeylerdir. Gıda
intoleransında söz konusu olan yenilen ya da içilen gıdaya
bağışıklık sisteminin değil, sindirim sisteminin cevap verme
biçimidir. Eğer herhangi bir gıdaya karşı toleranssızlık sorununuz
varsa (yani o gıdaya karşı hassasiyet ya da duyarlılık gibi bir
problem yaşıyorsanız), gaz, ishal, mide ağrıları, bulantı, kusma,
baş ağrısı, kramp, geğirme, huzursuzluk, sinirlilik, eklem
ağrıları, cilt kaşıntıları gibi sorunlarla karşılaşabilirsiniz.
En sık görülen ve en yaygın karşılaşılan gıda intoleransı, süt
şekeri laktoza karşı duyarlılık halidir.
Fruktoz (meyve şekeri) intoleransı da yine yaygın görülen bir gıda
intoleransı şeklidir. Her ikisinde de temel olarak enzim eksikliği
söz konusudur.
Laktaz enzimi yetersizliği laktoz intoleransına, aldolaz eksikliği
de fruktoz intoleransına yol açmaktadır.
Daha uzun bir ömür daha çok hastalık demek mi?
Bu önemli soruyu “hayır” diye yanıtlamak maalesef biraz zor. Dikkat
edilmediğinde uzun bir ömür hastalıklı bir hayat anlamına da
gelebiliyor.
Bu özellikle “tedbirsiz” davranılıp gerekli önlemlerin alınmadığı
durumlar için söz konusu oluyor.
Her şeyden önce yaşlılığın kendisi bir hastalık değilse bile daha
çok ve sık hastalıklı olma anlamına da geliyor.
Zira yaşınız ilerledikçe bedeninizin gücü kuvveti azalıyor.
Direnciniz kırılıyor.
Daha da önemlisi yaşlanan her şey gibi beden de zamandan nasibini
alıyor, eskiyor, yıpranıyor, paslanıyor, yorgun ve halsiz
kalıyor.
Diğer taraftan nüfus cüzdanınıza eklenen her yeni yaş, oluşan
sorunların –eskiye oranla- daha zor tamir edilebilmesi anlamına da
geliyor.
Bu açıdan bakıldığında uzun ömür meraklısı biri olmasanız bile
yaşlılığa dikkatle hazırlanmanız, yaşlılık öncesinde sağlam
yığınaklar yapmanız gerekiyor.