Tatlıların her türlüsüne sınır getirin. "Unlu mu, sütlü mü?"
derseniz sütlüsünü tercih edin. Sütlülerin bile sadece tadına
bakmakla yetinin.
Şekerin her türlüsü sağlığımız için zararlı. Bu kesin! Biz sadece
“zararlı” sözcüğü ile de yetinmiyor, şekeri “alışkanlık” yapan,
“bağımlılık” yaratan “kötü bir madde”, yani “bir çeşit zehir” gibi
de görüyoruz.
Bu nedenle de içine şeker giren hiçbir şeye tadı ne kadar lezzetli
olursa olsun yanındaki diğer besin unsurları sağlıklı şeyler (süt,
yoğurt, tam tahıl) de olsalar, iyi gözle bakmıyoruz.
Kısacası tatlılar ve tatlı içecekler bizde daima kara listede. Peki
ne yapmalıyız? Tatlılardan tamamen mi vazgeçmeliyiz?
Bence hayır. Tamamen vazgeçmek zorunda değiliz. Meyvenin de içinde
şeker (früktoz) var. Früktoz var diye meyveden mi vazgeçeceğiz?
Asla!
Vazgeçmek yerine makul miktarda ve doğru zamanda meyve yiyeceğiz.
Şunu da unutmayalım: Vücudumuzun meyve şekeri früktoz için de,
bakkal şekeri sakaroz (früktoz+glikoz) için de belli limitli bir
istihkakı, kullanabileceği belirli bir hakkı var. Bu hakkı
aşmayacak ölçüde tatlı yiyecek tüketebiliriz. Ama bu hakkı
öncelikle meyve olarak kullanalım.
Diğer tatlıların da sadece tatlarına bakıp bırakalım!
Peki, tatlının unlusu mu, sütlüsü mü daha az zararlı? Unlu tatlılar
çoğu zaman iki kötü şeyin, iki zararlı besin unsurunun, unun ve
şekerin “evlendirilmesiyle” ve bu ikiliye bir başka kötünün
“yağların” eklenmesiyle hazırlanıyor. Hatta çoğu zaman bu üçlüye
bir dördüncüsü daha eklenip “kızartılarak” üretiliyor ve bunlar
adeta “trans yağ” kaynıyor. (Bakınız lokma tatlısı!).
Sütlü tatlılar ise süt ve şekerin birleşiminden, yani
“karbonhidrat-protein evliliğinden” oluşuyor.
Dolayısıyla bunların glisemik yükleri, yani kan şekerini
yükseltebilme kapasiteleri (dolayısıyla zarar verebilme
ihtimalleri) unlu tatlılardan biraz daha az.
Sorunun yanıtı net ve açık: Tatlıların her türlüsüne sınır
getirin.
“Unlu mu, sütlü mü?” derseniz sütlüsünü tercih edin.
Sütlülerin bile sadece tadına bakmakla yetinin. Yanıt:
Sütlü tatlılar!
Prebiyotik mi, probiyotik mi?
Bağırsaklarımızda yaşayan ve daha sağlıklı kalabilmemize yardımcı
olan dost bakteriler “probiyotikler” olarak biliniyor.
Bunlar daha güçlü bağışıklıktan daha az alerjik reaksiyonlara, daha
kolay kilo kontrolünden daha dengeli kan şekeri, kolesterol, kan
basıncı değerlerine, daha düşük kanser riskinden daha sağlam ve
güçlü eklemlere kadar pek çok konuda bize yardımcı oluyorlar.
Bu nedenle onlara “gözümüzün içi gibi” bakmamız ve korumamız şart.
Probiyotik bakterilerin de her canlı gibi besinlere, yiyecek
içeceklere ihtiyaçları var. Probiyotiklere iyi gelen besinlere de
“prebiyotik” gıdalar diyoruz.
Peki, probiyotik güç nasıl artırılacak? Daha çok prebiyotik besin
tüketerek. Tabii ki daha fazla kefir, daha çok ev yapımı doğal
yoğurt, daha sık peynir, boza, şalgam, turşu ve diğer fermante
ürünleri tüketerek probiyotik gücümüzü artırabiliyoruz.
Ama bu güç daha da çoğalsın istiyorsak prebiyotik gıdalardan da çok
sık yararlanmamız lazım: Bamya, pırasa, soğan, sarımsak, elma, yer
elması, kereviz, pancar prebiyotik gıdaların en çok
bilinenleri.