Şeker hastalığının iki tipi var. Birinci tipi (tip1 diyabet)
çocuklarda görülüyor. Bu diyabette pankreas nedeni halen bilinmeyen
bir sebeple insülin üretemiyor, insülin üretimi sıfıra iniyor.
Neticede de insülinle tedavisi zorunlu bir şeker hastalığı devreye
giriyor.
Bu tipte herhangi bir genetik eğilim genelde söz konusu değil.
Viral enfeksiyonlardan, bağışıklıkla ilgili sorunlardan
kuşkulanılıyor.
Yetişkinlerde görülen diyabetteyse (tip2 diyabet) durum farklı. Bu
diyabet insülin direnci ve kilo sorunuyla yakından bağlantılı.
Burada insülinin yokluğundan çok çokluğu devreye giriyor.
Hastalığın ortaya çıkma zamanı 40’lı yaşlardan sonrası. Yaş
ilerledikçe görülme ihtimali daha da artıyor.
Tip2 diyabetin yaşla bağlantısında beslenme hatalarının,
hareketsizliğin, kilo fazlalığının ve muhtemelen biraz da doğal
yaşlanmanın payı var. Ama önemli bir bölümünde “genetik eğilim” de
söz konusu.
Bu genetik eğilim meselesinin çoğumuz farkında değiliz.
Doktorlar “Ailenizde şeker hastası var mı?” diye sorduğunda “Hayır,
ailemde genetik diyabet yok, yaşa bağlı diyabet var” yanıtı
veriyoruz. Oysa yaşlılık tek başına diyabet nedeni olmuyor genelde.
Öyle olsaydı zaten yaşı 70’i, 80’i geçen herkesin bu hastalığa
yakalanması gerekirdi.
Özeti şu: Ailenizde ileri yaşlarda da ortaya çıkmış olsa, ağır
değil hafif düzeyde de kalsa diyabetli birileri varsa, hele hele o
“birileri” birinci dereceden akrabanız ise sizin de diyabet
yönünden, en azından insülin direnci ve bununla ilişkili sorunlar
(kilo fazlalığı, hipertansiyon, damar sertliği, karaciğer
yağlanması, gut hastalığı) yaşama riskinizin olabileceği lütfen
aklınızda olsun.
Eğer böyle bir durum söz konusuysa, fazla kilolarınız da varsa
hemen bir insülin direnci testi yaptırın ve o fazlalıklardan acilen
kurtulmaya bakın.
Kilo sorununuz olsa da olmasa da nişastadan, undan, şekerden ve
aşırı miktarda gıda tüketmekten -ve tabii ki alkolden- uzaklaşın.
Hareketli, egzersizi bol, aktif bir hayat sürün.
Eğer bunları yapmazsanız 60’lı-70’li yaşlarda siz de diyabete
merhaba diyebilirsiniz, benden hatırlatması...
Egzersizin ne kadarı faydalı?
Sadece 2 dakika sürecek sıkı bir egzersizin bile sizin için
faydalı olabileceğini gösteren ciddi bilimsel kanıtlar var. Bu
nedenle “Süreyi kenara bırakın, siz yeter ki yapın!” yaklaşımı son
derece doğru bir fikir.
Ama yine de süresi 30 dakikayı geçen egzersiz çalışmalarının daha
faydalı olduğunu unutmayın. Üstelik o faydalar, egzersizin süresi
uzayıp yoğunluğu arttıkça daha da belirginleşiyor.
Yoğun egzersiz kavramı ise “kişiye göre değişen” bir şey. Kimi için
(yeni başlayan bir obez) dakikada 100 adımlık bir tempo bile
yeterken, kimi için (uzun süredir egzersiz yapanlar) dakikada 140
adımlık “postacı yürüyüşleri” bile “yoğun” sayılamayabiliyor.
Hatırlatalım: Bedenlerimizin korkunç bir uyum kapasitesi var.
Egzersiz yoğunluğunu yavaş yavaş artırmamız halinde yaşımız ne
olursa olsun fark etmiyor, hepimiz birer uzun mesafe yürüyüşçüsü
haline gelebiliyoruz.