Her ikisinin de yaşlılıkla ilişkili kronik bazı hastalıkları/sorunları vardı. Ve bu nedenle bana sorarsanız yakınmalarında hiç de haksız sayılmazlardı. Çünkü o yıllarda yaşlılık demek “baston” demekti. Yine o yıllarda yaşlılık demek “çay bardağı tabanı kadar kalın bir gözlük camı” ile yaşlılığa bağlı görme kaybını telafi etmeye çalışmakla aynı şeydi. O yıllarda yaşlılık aynı zamanda daha az duyup daha zor işitmekle adeta eşdeğerdi.
Belleğin yaşlandıkça beyne yavaş yavaş veda etmesi ise son derece normal bir şeydi. Ve en az unutkanlık kadar, en az eklem ağrıları, en az derin bir yorgunluk hali gibi sorunlar kadar uyku kayıpları, hatta ruhsal çökkünlükler yaşlılığın ayrılmaz yol arkadaşları gibiydi. Özetle benim çocukluğumu yaşadığım 1960’lı 70’li yıllarda 60’lı yaşlara ulaşabilmiş hele hele 70’li yaşları tamamlamayı başarabildiyseniz mutlaka ama mutlaka “DAHA AZ” ve kesinlikle “DAHA EKSİK”tiniz. Peki, ya şimdi? Şimdi nasıl? Yaşlılık hâlâ zor bir zanaat mi? Bence değil.