'AYAKTA kal, hayatta kal’ mottomuzu doğrulayan kanıtların sayısı artıyor, önceki verilere neredeyse her ay bir yenisi ekleniyor.
Son araştırma İtalya’dan. Pavia ve Milano Üniversitesi tarafından yürütülen bu yeni çalışmanın sonuçları geçtiğimiz günlerde önemli bir tıp dergisinde yayınlandı. Bulgular net ve açık olarak şunu söylüyor: Bacaklarını yeteri sıklık ve yoğunlukta hareket ettirmeyenlerin –yani yürümeyenlerin- beyninde sinir hücrelerini üreten kök hücreler zamanla azalmaya başlıyor. Bu bulgu beynin yeni sinir hücresi üretimi yeteneğinin de azalması anlamına geliyor. Hatırlayalım: Daha önce yapılan çalışmalarda da düzenli yürüyüş yapmanın Alzheimer hastalığı ve damarsal sorunlara bağlı bellek kayıplarını azaltabileceğini gösteren net ve açık bulgulara ulaşılmıştı. Netice şu: Düzenli ve tempolu yürüyüşler beyni genç ve dinç tutuyor, belleği ve dengeyi destekliyor.
EGZERSİZ KANSERİ NASIL ÖNLÜYOR?
Düzenli
egzersiz yapanlarda kanser riskinin de azaldığı biliniyor, egzersiz
tutkunları özellikle karaciğer, böbrek, kalınbağırsak, meme,
yumurtalık ve prostat kanserlerine daha az yakalanıyor. Egzersizin
faydasını öncelikle büyüme faktörlerinin etkisini
azaltarak gösterdiği düşünülüyor. Büyüme faktörleri kötü huylu
hücrelerin üremesini hızlandıran proteinler. İnsülin de bir çeşit
büyüme faktörü. Düzenli egzersiz ise kan insülin seviyelerini ciddi
ölçüde düşürerek meme, prostat, yumurtalık kanseri riskini
azaltabiliyor. Diğer taraftan egzersizin östrojen seviyelerini
azaltarak ve/veya östrojene verilen tepkiyi frenleyerek meme
kanserine karşı da kalkan oluşturabileceği belirtiliyor. Özeti
şudur: Düzenli egzersiz yaparak (her gün yürümek) meme, prostat,
yumurtalık ve kalınbağırsak kanseri riskinizi azaltabilirsiniz.
Egzersiz tıpkı antioksidanlar, tıpkı glutatyon gibi güçlü bir
“kanser kalkanı”dır. Yeni çalışmalarda düzenli
egzersiz yapmanın kanser tedavisinde kemoterapiye destek
olabileceğini gösteren bulgulara da ulaşıldığını hatırlatalım.
HOŞÇA BAK
ZATINA
SAĞLIĞIN sadece bedensel yanını dikkate
alıp ruhsal tarafını ihmal etmek sık düştüğümüz bir hata. Oysa
beden ve ruh ayrılmaz bir bütün. Biri hastalanınca diğeri de
etkileniyor, sadece bedene değil, ruha da iyi bakıp şefkat
göstermek gerekiyor. Peki yapıyor muyuz bunu? Başkaları için
uyguladığımız “eleştiride kıskanç, övgüde cömert ol” kuralını söz
konusu kendimiz olduğunda da uyguluyor muyuz? Maalesef hayır.
Çoğumuz farkında olmadan öz eleştiri söz konusu olduğunda
gereğinden çok baskıcı ve zorlayıcı tavırlar geliştiriyoruz. Eşe,
dosta, arkadaşa gösterdiğimiz şefkat, hoşgörü ve anlayışı kendimize
göstermiyoruz. Oysa pek çok araştırma da net ve açık olarak görüldü
ki bizim geleneklerimizde zaten var olan “hoşça bak
zatına” yaklaşımı sadece ruh değil beden sağlığı için de
önemli. Netice şu: Eğer hasta olmak istemiyorsanız kendinize karşı
samimi, net, açık ama şefkatli ve sıcak olmak zorundasınız.
Ruhunuza eziyet etmemeli, hırpalamamalısınız. Onu yoğun bir
eleştiri bombardımanıyla incitip acıtmamalısınız. Şunu da bir
kenara net ve açık olarak not edin: Dozu abartılmış öz eleştiriler
size olumsuz duygular yükler. Gastritten ülsere, kolitten
fibromiyaljiye pek çok sağlık sorununu tetikler. Bitmedi!
Aşırı öz eleştirinin vücutta iltihabi süreçleri tahrik ederek
yaşlanmayı hızlandırdığını, hatta kansere zemin bile hazırladığını
gösteren veriler de var. Kısacası Batı dünyasınınn “kendine
merhamet” olarak tanımladığı bizim “hoşça bak
zatına” tavsiyesine hepimizin ihtiyaç duyduğu kesin.