Bu seçimlerde merkez sağın zayıflaması ve merkez solun büyük bir hezimet yaşaması beklenmekte. Avrupa Parlamentosu’nda merkez partilerin oluşturduğu iki ana grup olan muhafazakar ve sosyal demokrat grupların parlamento içindeki egemenliğini sona erdirmeyi planlayan aşırı sağ ve popülist partiler tüm AB genelinde güçlü bir ittifak oluşturmaktalar.
Özellikle İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini, AB üyesi ülkelerdeki tüm aşırı sağcı ve popülist partileri birleştirmek için tek tek tüm bu partilerle görüşmeler yapmakta.
Brexit ile ilgili yeni bir başka gelişme olmazsa İngiltere’nin seçime katılamayacağının kesinleşmesi halinde 705 koltuk için yapılacak yarışta aşırı sağ ve popülistler partilerin parlamentoda 180-200 civarında koltuğa sahip olmalarına şaşırmamamız gerekiyor.
Ancak sadece aşırı sağcı ve popülist partiler değil Avrupa Parlamentosu’nda GUE/NGL ismi altında bir de grupları olan ve 51 milletvekili ile “Türkiye düşmanlığı ve kanlı terör örgütü PKK desteği” söz konusu olduğunda “en önde” giden aşırı solcu ve popülist partiler büyük bir ihtimalle mayıs ayındaki seçimler sonrası koltuk sayılarını daha da arttıracaklar.
AB değerlerini korumak gibi “kutsal” bir konumu olması gereken AB’nin en yüksek demokratik kurumu olduğu iddia edilen Avrupa Parlamentosu koridorlarında 27 Mayıs 2019 tarihinden itibaren aşırı sağcı ve solcu popülist milletvekillerinin sayısı artmakla kalmayacak. Avrupa Parlamentosu’nun AB vatandaşları için çok pahalıya mal olan tüm olanakları da bizzat AB ve Avrupa karşıtı bu milletvekilleri tarafından istismar edilecek. AB vatandaşı olan ya da AB’de çalışmakta olan Avrupalı Müslümanların ve Türklerin vergileri de “Müslümanlara ve Türklere karşı mücadelede” kullanılacak.
Avrupa’ya, Avrupa Birliği’ne ve en başta da AB’nin tüm değerlerine karşı milletvekilleri AP koltuklarında oturuyor olacaklar. Bu aşırı sağcı ve solcu popülist milletvekilleri üstelik Türkiye, İslam ve Müslüman karşıtlığında da birleşmekteler.
Avrupa’da Müslümanları istemiyorlar. Aşırı sol ve popülist olanlar hatta daha da tehlikeli bir şekilde “Türkiye’nin ve Türklerin düşmanı bizim dostumuzdur” diyerek kanlı terör örgütleri PKK, PYD ya da YPG gibi “insanlık düşmanı” terör örgütleri ile iş birliği yapmaktan da kaçınmamaktalar.
Bu gelişme maalesef engellenemeyecek. Çünkü engellemesi gereken merkez partilerin adaylarının konuşmaları bize hiç umut vermemekte. Aşırı sağcı ve solcu popülist partilerin “yabancı düşmanı ve ırkçı seçim propagandalarının ana malzemesi Müslümanlar, Türkler ve Türkiye”. Buna karşı tavır alması gereken merkez partilerinin iki adayının konuşmalarında da maalesef Türkiye’ye hedefte. Manfred Weber, her fırsatta “Türkiye AB üyesi olamaz” diyerek oyunu arttırabileceğini sanmakta. Frans Timmermans da aynı koroya katılmış durumda. Oysa onun Martin Schulz’un Almanya seçimlerindeki hatalarından ders çıkarmasını umardım. “Türkiye karşıtlığı” ile merkez partileri seçim kazanmıyorlar! Bu tavırları sadece aşırı sağcı ve popülistleri güçlendirmekte.
Elbette bir Türk olarak özeleştiri yapmam gerekiyor. Maalesef “Müslüman mülteci düşmanlığı” benim ülkemde de Sosyalist Enternasyonal üyesi bir parti olan CHP üyesi politikacılar tarafından da yapılmakta. Suriyeli mültecilere yönelik “yabancı düşmanı ve ırkçılığa kadar varan” açıklamalar 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerin ardından “mülteci düşmanı uygulamalar” olarak “upgrade” olmuş durumda.
Türkiye’nin güzel kentlerinden biri olan Bolu’nun yeni seçilen CHP’li Belediye Başkanı Tanju Özcan, ilk resmi yazısında, Bolu Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü'ne, 'İlimizde yaşamakta olan yabancı uyruklu kişilere ayni ve nakdi yardım yapılmaması' ifadeleriyle talimat verdi. Bolu’da bir Müslüman ve Türk belediye başkanının “Suriyeli mültecilere yönelik yabancı düşmanlığını kışkırtıcı” böylesine bir uygulama yapıyor olmasından dolayı bir Türk ve Müslüman olarak utanmaktayım. Türkiye’de 3,5 milyon Suriyeli mülteciye yaşam olanağı sağlamış ve bugüne kadar yabancı düşmanlığına prim vermeyen milletimizin de bu gelişmeden dolayı benimle aynı duyguları paylaştığından eminim.
CHP’nin üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonal temsilcileri için de eminim “utanılacak” bir örnek ama gördüğünüz gibi maalesef “bizim aramızda da” varlar. Bundan böyle “Türk, Suriyeli ve Müslüman düşmanlığı yapan” Alman, Fransız ya da Belçikalı aşırı sağcı, ırkçı ve popülist partiler onlara karşı mücadele etmekte olan bizlere maalesef “Bolu örneğini” sunacaklar.
Ama bu olay bize bu konuda çok daha fazla çalışmamız ve tüm Avrupa genelinde “ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve mülteci karşıtlığına” karşı daha da aktif olmamız gerektiğini gösteriyor.