ABD’nin, Birleşmiş Milletler’e yönelik olarak attığı adımlar aslında tam bir skandal.
“Süper güç” olmakla övünen ABD’nin bu konumu tartışılmaz. Elbette “süper güçlerden” biri. Ancak “süper güç” sorumluluğu konusunda son gelişmeleri göz önünde tutacak olursak ABD’nin “sınıfta kaldığını” söylemek yanlış olmaz.
“Süper güç” olma avantajını kullanarak attığı “Kudüs”” adımı ve bundan dolayı Ortadoğu’da sorumsuzca neden olduğu ve olacağı yeni sorunlar aslında ABD’nin son dönemde ne derece “sorumsuz” davranan bir liderliğe sahip olduğunu da kanıtlamakta.
ABD’nin bir yandan AB üyesi ülkelere uyguladığı ekonomik baskılar, diğer yandan NATO üyesi ülkelere yönelik hiçbir diplomasi kuralına uymayan açıklamalar ve son dönemde Rusya’dan doğal gaz alan AB üyesi ülkelere yönelik tehditleri tüm dünya kamuoyu tarafından kaygıyla izlenmekte.
Suriye’de askerlerini çekme kararı ama “çeker gibi yapması” ve diğer yandan PKK terör örgütünün bu ülkedeki uzantısı PYD/YPG teröristlerine binlerce silahtan oluşan askeri yardım yapması ABD’nin terörle mücadele konusunda samimiyetini de sorgulamamızı haklı kılmakta. DEAŞ’a karşı savaşı bahane ederek bulunduğu topraklarda aslında asıl hedefinin DEAŞ olmadığı şüphesi haklı bir şüphe değil mi?
Müttefiği olan Türkiye’ye yönelik ekonomik alanda uygulamaya çalıştığı baskılar yetmiyormuş gibi şimdi de askeri alanda “tehdit” etmesinin asıl nedeninin “başka” olduğu artık dünya kamuoyu nezdinde de açıkça görülmekte olan bir gerçek.
Avrupa ülkelerini Rus doğal gazını almayın diye tehdit ederken diğer yandan bu ülkeler için çok pahalıya mal olacak sıvı gazını satmaya çalışması ya da “Güney Kaliforniya’da üretilen Alman otomobillerini satın almanın ABD’nin güvenliğini tehdit ettiği” zırvaları ABD’nin asıl derdini de sergilemekte.
ABD, kendi sınırları içindeki ekonomik hedef ve çıkarları uğruna tüm dünyayı karıştırmakta hiçbir zarar görmemekte.
“Dünyanın ABD’den ibaret olduğunu” sanan liderliği ve “ABD’nin kontrolünde tam bağımlı müttefikler” rüyası peşinde koşan başkanı her gün yeni bir sorun yaratarak oluşmakta olan yeni dünya düzeninde kendi yerlerini en avantajlı hale getirme çabasında.
İşte buna bir başka örnek ise Türkiye’ye yönelik olarak son tehditler. Türkiye, canı sıkıldığı için ya da sırf sahip olmak için “hava savunma sistemine” ihtiyaç duymuyor. Yıllardır düşman füze saldırıları hedefinde olan bir ülke olarak topraklarını ve vatandaşlarını korumak zorunda. NATO üyesi olmasına rağmen bu konuda NATO üyesi “dostları” Türkiye’yi yalnız bıraktılar. Sadece Irak’a yönelik gündeme gelen savaş sırasında Hollanda ve Almanya kendi “Patriot Hava Savunma Sistemlerini” getirip daha sonra geri götürdüler. Türkiye’de sürekli düşman saldırısı tehdidi altında “ödünç hava savunma sistemi” ile bu işin olmayacağını bizzat pratikte yaşadığından kendi “savunma hava savunma sistemine” sahip olmak istiyor.
ABD bu konuda Türkiye’yi sürekli oyaladı ve Türkiye’nin talep ettiği “Patriot Hava Savunma Sistemini” bugüne kadar satmaya yanaşmadı. Türkiye’de mecburen diğer alternatif olanaklara yöneldi ve Rusya ile “S 400 hava savunma sistemi” konusunda anlaştı. Ayrıca buna rağmen ABD ile görüşmeleri sürdürmekte. Çünkü “hava savunmasının” tek bir ülkeye bağımlı konumda olmamasına özen göstermekte.
ABD ise müttefiki olarak yalnız bıraktığı Türkiye’yi yaptırımlarla tehdit etmekte. “Patriot Hava Savunma Sistemini” vermeyen ABD, “niçin S 400” alıyorsunuz diye Türkiye’ye baskı yapmakta! Hata “Türkiye, Rus savunma sistemi ile NATO’ya zarar verecek” gibi saçma bir iddia ortaya atmakta. Oysa NATO üyesi Yunanistan yıllardır Rus yapımı “S 300 Hava Savunma Sistemine” sahip. Bunun haricinde NATO üyesi de olan birçok AB üyesi Doğu Avrupa ülkesinde ordular Rus yapımı silahlar ve araçlarla dolu. Yani kısacası bu konuda Türkiye en son suçlanacak ülke!
Ancak ABD için mesele aslında “S 400’ler” değil. Asıl mesele Türkiye’nin “ABD’ye bağımlı” bir ülke olmasını sağlamak. “Eski Türkiye’nin olduğu” gibi ABD’nin hurda silahlardan oluşan yardımlarıyla var olan zayıf bir Türkiye istenmekte. Ancak artık o “eski Türkiye” yok. Türk milleti uyandı. “Yeni Türkiye” bulunduğu coğrafyada kendi çıkarlarını en doğru şekilde koruma hedefi doğrultusunda kararlı bir şekilde ilerlemekte. ABD’nin tehditlerine rağmen!