Cümlenin öznesinin çoğul olmasına bakmayın. “Biz” sadece iki kişilik: Ülker ve ben. Bizim artık ve aslında çoktandır umuda ihtiyacımız yok. Umut ve umutsuzluğu ayıran duvarı delip geçtik. Bizim için “Umudu(nu) yitirmek” gibi bir şey hiç söz konusu olmadı. Her zaman “bir şey” var oldu, yapılması gereken “Bir şey” ve “O şey”i yaptık.
***
Umuda ihtiyacımız olmadığını bize Türkiye
İşçi Partisi (Tİ P) Genel Başkanı Mehmet
Ali Aybar öğretti: “Çocuklar, ben
görmeyeceğim, siz görmeyeceksiniz, çocuklarınız da
görmeyecek ama belki torunlarınız...” dediği zaman...
Yer: Aydın. Yıl: 1965. Kaç yıl ediyor. 54 yıl olmuş. Çocuğumuz da
göremedi. Henüz torun yok!
“Özgürlük + Eşitlik + Kardeşlik”in
dünyaya getirdiği Demokratik Sosyalizmi göremedik. “Umut”
söz konusu olsaydı, çoktan sönüp giderdi. Bizim hiçbir zaman umuda
ihtiyacımız olmadı. İnancı olanın umuda ihtiyacı olmaz!
***
1789 Büyük Fransız Devrimi ile “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” insanlığı bilinçlendiren ilke haline geldi. Ama her şey bitmedi, yeni başlıyordu. 1789’u 1830, 1848, 1871 devrimleri izledi. Bize okulda sadece 1789 devrimi öğretildi. Çünkü ötekiler sınıfsal haklarla, emekle ilgiliydi. Avrupa’nın 1946’dan itibaren siyasal bağlamda demokratikleştiğini söyleyebiliriz. “Kardeşlik” henüz söz konusu değil ama vatandaşlık hukuku ve hakları bağlamında “Özgürlük ve Eşitlik”in belli ölçüde gerçekleşmiş olduğu kabul edilebilir. Ancak Fransa’daki “Sarı Yelekliler” (Gilets Jaunes) hareketi, toplumsal ve ekonomik eşitliğin henüz gelmediğini gösteriyor. Bu hareket, aynı zamanda, toplumun küçük bir kesiminin ekonomik özgürlükleri elinde tuttuğunun da göstergesi. Buna kapitalizm diyorlar.
***