Eski yazılarımı tekrar yayımlayarak kuşkusuz “Kuru deriden bal çıkarmıyorum. Çıkarmıyorum diyorum ama doğru değil. Balın hasını çıkarıyorum.” Alçakgönüllülüğün gereği yok: Benim bu yöntemimi tekrarlayacak kaç yazar var Türkiye’de? Boşa harcanmış en azından 25 yılı vatandaşın her türlüsünün gözüne sokuyorum. İnsanları utandırmak istiyorum. Şimdi 15 Şubat 1995 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanan şu yazıyı okuyalım bakalım! Aradan tamı tamına 28 yıl 8 ay geçmiş.
***
AYDINLIK SUÇU
1 “Okumuş insan”, “kültürlü insan”, “kafa emekçisi” (doktor, avukat, öğretmen, yönetici vb.) ile “aydın” arasında kalın bir duvar vardır. Pratik bilgi teknisyenleri diyebileceğimiz beyaz yakalılar diplomalarının sağladığı bilgiyi satarak hayatlarını kazanırlar. Aydınlık (aydın olma), hayat kazanma tarzı olmadığı için bir meslek değildir. Bir toplumsal tiptir aydın. Aydın, pozitivizm ve Aydınlanma çağının ürünü olan bir tiptir: İnancı (imanı) değil, mantığı ve düşünceyi seçmiştir, deney ve eleştiriyi seçmiştir. Aydınlık diploması veren okul yoktur, aydın oluş babadan oğula geçmez, aydınlık atama yoluyla elde edilen bir görev değildir, aydınlık ihale edilemez, aydını hiçbir güç görevden alamaz. Aydın, sorumluluk duyan bir kişidir ve bu sorumluluk duygusu kendiliğindendir; bu duygu aydına görev olarak verilmiş, ihale edilmiş değildir. Aydın, “üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokar”, kendisini ilgilendirmeyen (karıştığı işlerde kişisel çıkarı yoktur) işlere karışır. Karışır ama mahallenin namusunun da bekçisi değildir. Bu nedenle, başta devlet olmak üzere egemen sınıflar ve güçler sevmezler aydını. Çünkü aydın kişiliğiyle, varlığıyla, eylemiyle bir düzen değiştirmiştir; bu dünyanın kutsal düzenini değiştirmiştir. Bunu, Dostoyevski’nin Cinler’inin ak saçlı yüzbaşısı fark etmiştir. Bu nedenle şöyle haykırır: “Tanrı yoksa benim yüzbaşılığım neye yarar? Ya da Tanrı yoksa ben neyin yüzbaşısıyım?” Yine bu nedenle, “Egemenlik ulusundur!” ilkesini Meclis duvarına yazdıran aydına, aynı yüzbaşı ya da Müslüman köktendinci, “Egemenlik Allah’ındır!” diye karşılık verir. Devlet gibi, egemen sınıflar gibi, (varsayımsal olarak) Tanrı da hoşlanmaz aydından. Çünkü aydının düşünce dizgesi ve vicdanı, bir önyargı ya da kör inancın parantezi içinde değildir. Aydın bir kez “Evet” derse 99 kez “Hayır” der. Bu nedenle, globalleşen dünyanın yeni sahipleri olan “hür teşebbüs” ve medya dünyası da sevmez aydını. Hele aydının yazar olanını hiç mi hiç sevmez. Bu nedenle, 12 Eylül’den sonra, aydının Frenkçesi olan “entelektüel” sözcüğünü ikiye bölüp “entel” ve “lektüel” yapmıştır. “Entel” şimdilik belli: Kuraklığın, enflasyonun, rüşvetin, şiddetin, Avrupa Birliği’ne alınmamanın ve belki de palazlanan mafyanın nedenidir bu “enteller” (!). Güya, entel sıfatını “barlara takılan” yarı aydınlara vermişler. Unutulmasın: Yarı bâkire olunmayacağı gibi yarı aydın da olunamaz. Aydın (entelektüel) ve entelektüalizm düşmanlığı, faşizm illetinin ilk belirtileridir. Son günlerde medyada ve sokakta tanık olduğumuz da budur. Bu nedenle, dünyanın bütün aydınları birleşiniz!