Zeytindağı’ndan uzun bir alıntı yapıyorum. Bu bölümü okuduğu zaman R.T. Erdoğan acaba ne düşündü?
*** “Zeytindağı’nın tepesindeyim.
Lut Denizi’ne ve Gerek Dağları’na bakıyordum. Daha ötede, Kızıl
Deniz’in bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim
zaman Kamame’nin kubbesi gözüme çarpıyor. Burası Filistin’dir. Daha
aşağıda Lübnan var; Suriye var; bir yandan Süveyş Kanalı’na, öbür
yandan Basra Körfezi’ne kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde
bizim bayrağımız! Ben bu büyük imparatorluğun çocuğuyum.
Çıplak İsa, Nasıra’da marangoz çırağı idi; Zeytindağı’nın üstünden
geçtiği zaman, altında, kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs’te
kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk
kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor.
Floransa ne kadar bizden değilse. Kudüs de o kadar bizim değildi.
Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz.
Kamame Kilisesi’nin Hıristiyan milletler arasında bölünmüş olduğunu
bilirsiniz, içerisinin her parçası ve kilisenin her hizmeti bir
başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnız anahtarı pay edememişlerdir.
Anahtar bir hocada durur. Bütün bu kıtalarda biz işte bu hocanın
görevini yapıyoruz. Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar her
şey Arapların veya başka devletlerin... Yalnızca jandarma bizim
idi, jandarma bile değil, jandarmanın esvabı.
Arap milliyetçiliği güden Şamlı Azimzadeler, Konya’dan gelme Kemik
Hüseyin torunları idi. Halep’in esas familyalarının asılları
Türklerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda itibar, azınlığın imtiyazı
olduğu için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir
Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı
idi.
Bir Kürt zaptiye çavuşunun kütüğünden gelen Abdurrahman...