Osmanlı hanedanı dilimiz Türkçeyi beğenmedi.
Enderun dönmeleri ve medrese ulemayla birlikte Arapça-
Farsça-Türkçe türlüsünden kendisine bir sentetik dil olan
Osmanlıcayı uydurdu. Ama sarayda Türkçe konuşuyordu. Osmanlıca
sadece resmi yazışmalarda ve şiirde kullanılıyordu. Ulema uyduruk
kitaplarını kötü bir Arapçayla yazıyordu. Dil devrimi bu ağır
yanlışı düzeltti ve halkın diline sahip çıktı.
Osmanlı, İslamın ve ulemanın etkisiyle ve rekabet olasılığından
korkarak, devlet kurucusu halkın Türk kimliğini horladı ve kimlik
sıralamasının en altına gönderdi. Türk halkı dilini unutmadıysa da
kimliğini neredeyse unuttu ve ancak Cumhuriyet sayesinde
hatırladı.
***
Bu gerçeği gören genç bir Cumhuriyetçi olarak devrimlere inandım ve izlerinden gittim. Toplumsal eşitsizliklere ve kör otoriteye karşı çıkma ahlakı edindim. Yirmi yaşıma kadar okumam gereken ne varsa okumuştum. Ankara’ya genç bir şair olarak geldiğim zaman kimse karşısında ezilmedim. Kimseye, hiçbir yazar ve şaire hayran değildim. Benden yaşlı olanlara saygı duydum, ama karşılarında eğilmedim. İstanbul’u sevmedim, karşısında kompleks duymadım. Fransızca öğretmeni oldum. Bir sınav kazanarak Fransa’da ek öğrenim gördüm. Batı’dan ürkmedim, karşısında tırsmadım. Kendimi karşısında sınadım.
***
Otuzlu yaşlara yaklaştığım sırada edebiyat ortamında müthiş bir otorite saltanatı vardı. Ama bende de donanım vardı. Kemal Tahir’in Devlet Ana romanı yayımlandığı zaman yer yerinden oynadı. Roman sanatı aşılmıştı (!) Herkes övgü düzerken ben Dost dergisinde kıyasıya eleştirdim. * Muğla’da Fransızca öğretmeniydim ve 29 yaşımdaydım. Sebebi ne olursa olsun kimseden ses çıkmadı.
***