Cumhuriyetin delikanlılık döneminde ben ilkokulda okurken (1943-1948) bize laikliğin devlet işleri ile din işlerini birbirinden ayıran bir devlet biçimi olduğunu öğretmişlerdi. Bu, en başta okul (eğitim öğretim) ve yargıda (hukuk) çok önemliydi. Okullar için Tevhidi Tedrisat Kanunu, yargı için Medeni Kanun ilgili yasalar vardı. Bunu ta ve en son 1948’den itibaren bilmekteyiz.
Şimdi, mevcut anayasanın çelişkilerle dolu 24. maddesini okuyalım:
“Madde 24- Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”