Tutuklu gazetecilere mektup gönderilemiyordu. İçerideki gazetecilerin yeni yılını kutlamak üzere dışarıdaki gazeteciler bir araya gelip fotoğraf çektirdi. Hep beraber objektife el salladık. Fotoğraf, basmaya cesaret eden gazetelerde yayımlanacak, böylelikle hapishanedekilere yalnız olmadıkları hatırlatılacaktı. Ahmet Şık da fotoğraf çektirenler arasındaydı. Oradan evine döndü. Sabaha karşı gözaltına alındı.
İçerdeki gazeteciler, dışarıdaki gazetecilerin yeni yıllarını kutladığı fotoğrafı gazetelerde gördüklerinde Ahmet Şık da onlara el sallıyordu. Bilmem o da gözaltındayken gazeteyi görebilmiş miydi? O günden bu yana 433 gün geçti. Duruşmalarda çok kısa bir süre görebildiğim için soramadım. Ancak bu anekdotun Türkiye’deki basın özgürlüğünün halini anlamak isteyenler için en kısa özet olduğunu düşünüyorum.
Bu sene dışarıdaki gazeteciler içeridekilerin yeni yılını kutlamak amacıyla tekrar fotoğraf çektirdi. Sayımız daha azdı. Herkes gergin esprilerle morali yüksek tutmaya çalışsa da hissedilen tedirginliği fark etmemek mümkün değildi.
Ahmet Şık’ın tutukluluğu 450. güne ilerlerken, Akın Atalay ve Murat Sabuncu neredeyse 500 gündür içeride.
İddianamenin iddianame dahi sayılamayacak tuhaflıklarla dolu olduğu, tanık diye ilgisiz şahısların dinlendiği, ortalıkta ilaç için bir tane bile somut delilin bulunmadığı, davayı başlatan savcının “FETÖ” üyeliğinden yargılandığı bir garip dava.
Memleketimiz tutuklu gazeteci sayısında dünya lideri. Haliyle ifade özgürlüğü konusunda da, demokrasi sıralamasında da tüm listelerin diplerinde yer alıyor. Aynı durum hukuk devleti endeksleri için de geçerli.
İktidar-cemaat koalisyonu döneminde “askeri vesayetin” tasfiyesi, “demokrasi”nin tesisi...