2010 senesinin 1 Mayıs’ını hatırlıyor musunuz? Taksim
Meydanı’nda 1 Mayıs’ı kutlamak için senelerce gaz ve dayak
yiyenlerin ısrarı iktidarın bileğini bükmüştü. Nihayet, solun bütün
renkleri meydanı doldurmuştu. Güzel bir gündü.
Meşhur 1 Mayıs Marşı o kadar çok çalınmıştı ki, görevli polisler
bile ister istemez marşı mırıldanıyordu.
O 1 Mayıs’ın ertesi günü dönemin Başbakanı Erdoğan şunları
söylemişti:
“Dün Taksim Meydanı’nda yaşanan o tarihi an 2010 yılı 1 Mayısı asla
ve asla tesadüfün eseri değildir.” Sonra da bunun neden böyle
olduğunu açıklamıştı:
“1 Mayıs 2010, Türkiye’nin nasıl değiştiğinin, olgunlaştığının,
tabularını nasıl yıktığının, statükoyu nasıl aştığının tahrik ve
provokasyon korkularından nasıl sıyrıldığının somut bir
abidesiydi.”
O güne dek DİSK binasını muhasara altına alınması ve işçilerin
üzerine gazla saldırılması hep kendi iktidarı dönemindeydi. Yani
tahrik, provokasyon, korku varsa bunların kimden kaynaklandığı,
kimin tabuların ve statükonun bekçisi olduğu belliydi.
Yine de güzel bir gelişmeydi. 1 Mayıs 1977 travması aşılacaktı.
İşçi sınıfının siyasetteki yeri tekrar tartışılmaya, mücadelenin
çağın gereklerine uygun olarak nasıl güncelleneceği konuşulmaya
başlanmıştı.
1 Mayıs, Taksim’de iki sene kutlanabildi. Daha sonra, meydandaki
inşaat bahane edilerek yasaklandı. Yasağın meydandaki inşaat
bittikten sonra devam edip etmeyeceği sorulduğunda dönemin henüz
şöhret kazanmamış valisi Hüseyin Avni Mutlu,“Biz bu seneyi
konuşuyoruz” demişti. Vali Mutlu, soru karşısında kaçamak cevap
vermekte haklıydı çünkü iktidarın niyetini biliyordu.
Yasak, Erdoğan’a sorulduğunda, “Şu an illa Taksim demeniz bana AKP
iktidarına karşı yapıyoruz dedirtir bundan bunu anlıyorum” diye
partisini doğrudan sendikacılar ve sivil toplum örgütlerinin
karşısında konumlandırmıştı.
Bu açıklamalardan birkaç ay önce AİHM, önceki 1 Mayıs’larda
meydanın kapatılmasının insan hakları ihlali olduğunu tespit
etmişti.