Ahmet Davutoğlu, pek tartışılan Stratejik
Derinlik adlı opus magnum’unda Türkiye’nin bir eksen ülkeden,
merkez ülkeye geçmesinin yollarını anlatıyordu. Bunun için
Türkiye’nin “tarihi derinliği ile stratejik derinliği
arasında yeni ve anlamlı bir bütün oluşturma ve bu bütünü
coğrafi derinlik içinde hayata geçirmesi”
gerekiyordu.
Yani eski Osmanlı topraklarında ve daha geniş olarak da İslam
dünyasında konumunu sağlamlaştırması şarttı. Davutoğlu’na göre
Batı’daki hedefleri tutturmanın yolu da buydu.
Nasıl İran’da yerini sağlamlaştıran Selçuklu, Anadolu’ya geçmişse,
Anadolu’da yerini pekiştiren Osmanlı da Balkanlar’a yol
alabilmişti. Yani “yay geriye doğru ne kadar gerilirse”, “ok
da ileriye o denli hızlı” gidecekti.
“Tarihte edilgen değil etken” olmak için, tarih “okuyan değil
yazan” bir toplum olmak için başka bir yol yoktu.
Türkiye, mesela Birleşik Krallık gibi diğer imparatorluk kökenli
devletlere benzemezdi. Osmanlı, onlar gibi bir merkezperiferi
ilişkisi içinde sömürgecilik yapmamıştı.
Hindistan’daki Müslüman Türkler ya da Endülüs Emevileri örneklerine
benzer şekilde kuşatıcı bir imparatorluk mirasının
taşıyıcısıydı.
O sebeple, Soğuk Savaş’ın dondurucu etkisi geçtiğine göre parantez
kapanabilir, restorasyon başlayabilirdi.