İnsan haklarının evrensel ölçekte gelişmeye devam edeceğine
inanılıyordu. İnsan hakları sözleşmelerine katılım artıyordu,
bunların düzenledikleri alanlar genişliyordu, daha önemlisi insan
hakları ihlalleriyle mücadele edecek uluslararası mekanizmalar
çoğalıyordu. Klasik uluslararası hukuk, devletlerin yönetim
biçimleriyle ilgilenmese de demokrasi yaygınlaşıyordu. Akademik
çevrelerde “demokrasi hakkının” da bir insan hakkı olduğu hararetle
tartışılmaktaydı.
İnternet coşkuyla karşılanmıştı. Demokrasinin temel şartı olan
kamusal tartışma ortamı tarihte hiç olmadığı kadar tabana yayılma
imkânı bulmuştu. Vatandaşlar hem ulusal hem de uluslararası ölçekte
bir araya gelip baskı grupları oluşturabilecekti.
İnsanlık arada sırada sendelese de gelecek parlaktı. İnsan
haklarına dayalı demokrasi gezegenimizin yönetim standardı olma
yolundaydı. Evrensel ilkelerden dem vurmayan siyasetçinin kariyeri
başlamadan bitiyordu.
Gelgelelim işin iktisadi ayağı serbest piyasa ekonomisinin her
sorunu çözeceği hüsnükuruntusuna dayanmaktaydı. Sağ-sol kalmadığı
için bu meseleye fazla kafa yormaya da gerek yoktu.
Netice küresel bir finans krizi oldu. Gelir eşitsizliği en azgın
neoliberali bile rahatsız edecek zirvelere vardı.
Kabak da biraz insan hakları ve demokrasinin başına patladı. İnsan
hakları ve demokraside dünya çapında bir gerileme olduğu açık.
Evrensel değerlerden ya da uluslararası işbirliğinden pek söz eden
kalmadı. ABD Başkanı Donald Trump
“Amerika’yı yeniden büyütmekten”, Erdoğan
rejimi “yerli ve milli
değerlerden”, Macaristan’ın Viktor
Orban’ı “özgürlükçü olmayan demokrasilerin
erdeminden”, Brexit cephesi “kontrolü yeniden ele geçirmekten”
bahsedi...