2014’ün Ocak ayında, memleketin gündeminin boğuculuğu
üzerine SusanSontag’ın “Zaman
her şey bir anda olmasın, mekân ise hepsi bizim
başımızagelmesin diye var” sözünü hatırlamıştım. Zaman ve
mekân uyumunun zorla kırıldığı yerler buralar. Bu sözü hatırlamama,
uzun süre Ortadoğu temsilciliği yapmış yabancı bir gazeteci vesile
olmuştu. Yaşını başını almış gazeteci röportajın sonunda şöyle
söylemişti:
“Uzun süre Lübnan’da yaşadım. Lübnanlı arkadaşlarımın kısır ve
bitmeyen siyasikavgalarla hayatlarını geçirdiklerini
gördüm. Hayat yanlarından geçerken onu
ıskaladıklarının dahi farkında değillerdi.
Arkadaşlarıyla, aileleriyle, çocuklarıyla,
sanatla, edebiyatla kısaca hayatla
geçirebilecekleri zamanlarını bitmeyecek anlamsız
kavgalarla geçirdiler.”
Bu konuşmanın üzerinden canlı bombalar, şiddetli çatışmalar,
yüzlerce ölü ve bir darbe girişimi geçti. O zaman dahi iç acıtıcı
olan bu sözler bugün iyiden iyiye gerçekliğimiz haline geldi. Yeni
Türkiye diye diye geldiğimiz yer, aralıksız toplumsal travmaların
bir resmi geçidi. En fenası da şaşkınlık eşiğimizin olan bitene
uyum sağlaması.
Önce canlı bombaların ardı ardına patlamasına alıştık. Sonra
şehirlerde günlerce süren çatışmalara. Şimdi de Meclis binasının
bombalanmasına, sivillerin üzerine ateş açılmasına mı alışacağız?
Alıştıkça daha beterinin geleceği ortada.
Alışmamak için alıştığımız eski yöntemleri bir kenara bırakmak
gerek.
İnternet, sosyal medya ve medya özgürlüğü darbenin engellenmesinde
önemli bir rol oynadı. Demek ki bu alanlarda özgürlüğü kısıtlamak
değil aksine artırmak demokrasinin teminatı.
Zamanında cemaatin ne denli tehlikeli olduğunu, devletin en önemli
yerlerine nasıl sızdığını anlatanlar, bu konuda yazıp çizenler
hapse atıldı. Şayet iktidar, “bazı kitaplar bombadan
tehlikelidir” diye cemaatçi yargının ifade özgürlüğünü
biçmesine destek olmasaydı, büyük ihtimalle bugün bu darbe
girişiminde bulunulamayacaktı bile.
Ergenekon ve Balyoz başta olmak üzere, askeri casusluk, Devrimci
Karargâh, Odatv gibi cemaatin siyasi davalarında adil yargılanma
hakkına uyulsaydı, bugün herkesin kulak kesildiği cemaat
mağdurlarının sesi çok daha önceden duyulacaktı. Ancak iktidar bu
davaların savcısı olmayı yeğledi, adil yargılanma hakkının
tırpanlanmasına göz yumdu ve hatta kendine bağlı medyayla bir
karartma uyguladı.
İfade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına uymayarak iktidar
güçleneceğini zannetti. Netice ortada.
Bugün de darbecilerle mücadele şayet eski yöntemlerle, yani
cemaatin yöntemleriyle yürütülecekse, belki kısa vadede gün
kurtarılır. Ancak orta vadede bugünküne benzer bir tabloyla
karşılaşılır.
İfade özgürlüğü ve adil yargılanma bir lüks değil, hukuk devletinin
dolayısıyla devletin temeli. Bunu çok acı bir dersle
gördük.