Otoriter rejimlerin en belirgin özelliklerinden birinin toplumu
kutuplaştırıp bölmek olduğu malum. Çok defa da belirtildi. Bu
sadece ülkemiz için değil bütün bu tür rejimler için geçerli.
Milleti bölmek, bir kısmını millete dahil olmamakla hatta millet
düşmanlığıyla suçlamak bir otoriter rejim geleneğidir. “Gerçek”
milleti sadece kendisinin temsil ettiğini ileri sürerek, kurduğu
rejimi desteklemeyenleri düşmanlaştırmak da öyle. Bunun sonucu
iktidar yanlılarına ayrı, muhaliflere ayrı bir hukuk rejiminin
uygulanması. Önce birinci sınıf vatandaş, ikinci sınıf vatandaş
ayrımı yapılır. İkinci sınıf vatandaşların temel hak ve
özgürlükleri kısıtlanır. Ardından ikinci sınıf vatandaşlar mücadele
edilmesi gereken bir kitle, milli bedene yabancı tedavi ve tasfiye
edilmesi gereken bir unsur olarak tanımlanır.
Sayın Erdoğan’ın başkanlık seçiminin “yerli ve
milli” olanlarla “ipi başka mahfillerin elindekiler” arasında
geçeceğini söylemesi de bu sebeple. Referandumda başkanlık
sistemine karşı oy kullananlar çoktan ipi başka mahfillerin elinde,
kökü dışarıda, millet dışı ilan edilmiştir. Başkanlık seçiminde
Sayın Erdoğan’a oy vermeyenler de aynı muameleye tabi
tutulacak.
1930’larda yaşamıyoruz ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra demokrasi
uluslararası meşruiyet bakımından hayati bir konumda. Bu sebeple
otoriter rejimler, şekli de olsa demokrasi varmış gibi davranmayı
tercih ediyor. “Özgürlükçü olmayan demokrasi” diye adlandırılan bu
rejimlerin iyi bir örneği de ülkemiz.
Milletin gayri milli ilan edilen kesiminin tamamen düşmanlaştırılıp
siyaset dışına itilmesi de bu sebeple önemli. Her parti
Bahçeli’ninki gibi iktidara eklemlenemez. Ancak
şekli demokrasinin gereklerini yerine getirmek için iktidarla
uyumlu, uysal bir muhalefete de ihtiyaç var.