Seçim meydanlarında, balkon konuşmalarında hep İslam
coğrafyasının şehirleri sayılıyordu. Kalıbı
hatırlarsınız, “Sadece Türkiye değil, bugün Bağdat da,
İslamabad da, Beyrut, Saraybosna, Üsküp de kazanmıştır. Bugün Şam,
Halep, Hama, Humus, bugün Ramallah, Nablus, Gazze, Kudüs de
kazanmıştır.”
İttihad-ı İslam hayali, neo-Osmanlıcı fantezi, Emevi Camii’nde
namaz kılma söylemi. Ülke, devrik
başbakan Davutoğlu’nun şahsında iyice
somutlaşan stratejik derinlikte vurgun yedi. Ne yapar vurgun? Felç,
istemsiz kas kasılması, duyu anormallikleri, uyuşma, kişilik
değişimi. Zannederim bugün bunların hepsi mevcut.
Önceki günkü dehşet verici havalimanı saldırısından sonra da bazı
şehirler sayıldı. Ancak bu defa Ramallah’ı, Nablus’u, Beyrut’u
hatırlayan yoktu. Ne dedi sayın Cumhurbaşkanı: “Herkes
şundan emin olsun ki, terör örgütleri için İstanbul ile Londra’nın,
Ankara ile Berlin’in, İzmir ile Şikago’nun, Antalya ile Roma’nın
bir farkı yoktur.”
En gururlu anında İslam coğrafyasından kendine şehir seçen akıl,
saldırıya uğradığında Batı’nın şehirlerini sıralamayı tercih etti.
Terör saldırılarıyla inleyen Bağdat, Şam, Felluce, Rakka ya da
Rojava akıllara gelmedi. Buraya kadarmış sevgili İslam coğrafyası.
Darda kalınca sizi değil eski platonik aşkımız Batı’yı
hatırladık.
Bize bu saldırıları büyütmememiz ve hatta böyle yaşamaya alışmamız
telkin ediliyor. Oysa alışmanın sonu şiddetin giderek artması ve
zamanla tam teşekküllü bir Ortadoğu ülkesine dönüşmek. Bu yolda da
kararlı adımlarla ilerleniyor.
Alışmamanın yollarından en önemlisi ise hesap verilmesi. Herhalde 7
Haziran seçimlerinden bu yana 17 bombalı saldırıda 293 insanın
öldürüldüğü bir memleketin yönetiminin başarılı olduğu söylenemez.
Ancak bu süreçte hiçbir siyasi sorumluluk üstlenilmediği gibi,
iktidarı eleştirenlerin benzer patlamalarda ölmesini temenni eden
iktidar milletvekilleri dahi var.