Suriye’de olup bitenleri bırakalım sıradan bir vatandaşı,
uluslararası ilişkilerle ilgilenenlerin dahi anlaması güç. Ortada
çok sayıda aktör ve sürekli değişen güç ilişkileri var.
Barzani güçlerinin Türkiye üzerinden Kobani’ye PYD’ye desteğe
gitmesini medyasında “kardeşlik koridoru” diye kutlayan,
Salih Müslim’i Ankara’da ağırlayan iktidarın bugün
ABD’nin PYD’ye verdiği desteğe sinirlenmesi...
Rus uçağını düşürüp Türkiye’deki terör saldırılarının sorumlusu
olarak Rusya’yı gösterip Demirtaş, Moskova’ya
ziyarete gittiğinde “vatan haini” diye bağıranların bugün Rus
muhibbi kesilmesi...
Elbette en başta, Suriye rejimini indirmek için savaşanlara destek
olup bundan ötürü Şam’ın otoritesi sarsılınca, ortaya çıkan boşluğu
PYD’nin doldurmasına şaşırmak.
Herhalde işin başından bu yana Türkiye’nin Suriye politikasının
doğru bir yön tutturduğunu ileri sürmek mümkün değil.
Her fırsatta birilerinin kendilerini aldattığını, kandırdığını
itiraf edenler tarafından yönetiliyoruz. Dış politikadaki karnesi
belli, kandırılmaya müsait kişilerin hayati konularda aldıkları
kararların eleştirilmesi ülkenin çıkarlarını düşünen herkesin
görevi.
Gelgelelim en hafif eleştiriyi seslendirmenin bile bir cesaret
sınavına döndüğü baskıcı bir dönemdeyiz.
Bu baskı ortamı, ÖSO meselesi için de geçerli. ÖSO’yu oluşturan
çeşitli örgütlerin geçmiş faaliyetleri, ilişkileri ve ileride
yapabilecekleri hakkındaki eleştirilere cevap verilmiyor. Bunun
yerine ÖSO “yerli ve milli” ilan edilip alnından öpülüyor.
ÖSO gibi grupların faaliyetlerinin uluslararası sorumluluğunun
Türkiye’ye atfedilebilmesi ihtimalinden ise bahsedilmiyor. Oysa,
paramiliter ya da milis güçle...