Başkan seçilmeden Adana’da konuşan
Erdoğan,“24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin,
ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz”
demişti. O zaman hangi yetkisini yetersiz buluyordu pek
anlaşılamamıştı ancak seçimden zaferle çıkmasıyla beraber herhalde
bir bahanesi kalmamıştı.
Neticeyi hep beraber görüyoruz. Faizle, şunla bunla öyle bir
mücadele etti ki, Türk Lirası’nın karşısında değer kaybetmediği bir
para birimi kalmadı. Ne dolar ne Avro ne de pound artıyor. Lira baş
aşağı çakılıyor.
Başkanlık gelince bürokrasi ortadan kalkacak, kararlar hızla
alınabilecek denmişti. Günlerdir kimseden doğru düzgün bir açıklama
gelmedi. Sonunda Erdoğan çıktı konuştu. Ekonomik krize getirdiği
çözüm mükemmel: “Onların doları varsa bizim Allah’ımız var.”
Büyük 2007 krizinden sonra dünya ekonomisi çökmesin diye dağ taş
paraya kesti. O paralar dünyayı turladı gezdi. İyi bir miktarı da
ülkemize uğradı. Onu aldık betona gömdük. Şimdi ülkeler içlerine
kapanıp faizlerini artırıyor. O dünyayı turlayan para kalmadı.
Gümrük duvarları yükseliyor, çok yerde yatırımcı ülkesine kaçıyor.
Bizim elimizde ne var? Alışveriş merkezleri ve şehirlerimizin
çıplak böğrüne çaktığınız betondan kazıklar.
Bir de bolca hamaset. Öküze özenen kurbağanın kabarıp şişerek
patladığı çocuk masalını gerçek hayatta yaşıyoruz.
Ahbap çavuş ekonomisi, havuzcu ihale rejimi duvara toslamıştır.
Memleketimiz yakın tarihte hiç olmadığı kadar zayıf durumda.
Pazarlık gücü kalmadığı gibi bir kurtuluş ümidi gibi görünen
Avrasya güçleri de bu zor durumdaki ülkeyi az bir masrafla etki
alanına almak için ellerini ovuşturmakta.
“Ver papazı, al papazı, yargıda yapalım şeyini” diye neredeyse
uluslararası bir taahhüt verilerek rejimin keyfiliğini ve
zayıf...